“Allah`ın Kaderinden yine Allah`ın kaderine kaçıyorum”
İslam tarihinde ilk tartışılan konuların başında kader meselesi gelmektedir. Kader anlayışı Müslümanların dünya görüşünü ortaya koyması açısından İslam düşüncesinde önemli bir yere sahiptir. Zira kaderin inkâr edilmesi her şeyin insanın elinde ve kudretinde olduğu düşüncesini, Allah`ın hayatımıza müdahale etmediği sonucunu ortaya çıkaracaktır. Böyle bir düşünce Allah`a olan güveni azaltmakta, Allah`ın yardımı ve muvaffak kılması gibi olguları tamamen İslam düşüncesinden silerek imanın esasını zedelemektedir.
Buna karşılık kaderin “Kudretsizlik”(yetkisizlik) olarak yorumlanması; iyi kötü yapılacak her şeyin Allah`a dayandırılıp -her şey Allah`ın elinde denilerek- insan amelinin yok sayılacağı ve sorumluluğun olmadığı bir kader anlayışını ortaya çıkarmaktır. Bu düşünce Müslümanları sorumsuzluğa ve rehavete düşürerek İslam`ın temel ilkelerinden olan “İnsana ancak çabasının karşılığı vardır” ilkesine aykırı bir dünya görüşü meydana getirmektedir.
Ancak İslâm düşüncesinin temel taşlarından olan kader ne kadercilerin(kader inkârcılarının) Kudretsizliğe karşı çıkma bahanesiyle inkâr ettiği bir kaderdir. Ne de Cebriyyenin Allah`ın kudretini ortaya koyma bahanesiyle Kudretsizlik olarak yorumladığı bir kaderdir.
Ayrıca Kader inkârcılarının kaderi inkâr etmelerinin altında yatan asıl sebep: “Her şey Allah`ın elindeyse o zaman insan neden yaptıklarından sorumlu olsun ki?” gibi sorulara cevap verememeleridir. İnsanların kafasını kurcalayan bu ve benzeri sorulara karşı kaderi inkâr ederek işin içinden sıyrılmaya çalışmışlardır.
Ancak Allah Teâla`nın her şeyi biliyor olması ve bunu takdir etmesi demek olan kader bizleri ne sorumluluktan kurtarır ne de bizleri bir şey yapmaya zorlar. Zira biz Allah`ın kâinata yerleştirmiş olduğu kurallar olan Sünnetullah`a uygun hareket ettiğimizde yaptıklarımızdan sonuç almakta ve irade sahibi olduğumuzu, irademizi kullanabildiğimizi görmekteyiz. Bundan dolayı sorumluluktan kurtulmamız mümkün değildir. Bununla beraber Allah`a olan imanımızın gereği olarak irademizin üstünde bize bu iradeyi veren bir üst irade olduğunu da bilmekteyiz. Bir şey yapmak istediğimizde Allah irademize engel olmaz, ancak O dilemedikçe de hiçbir şey olmaz.
Şu iki ayet meseleyi özetlemektedir: Birincisi; «Bu Kur›an âlemlere bir hatırlatmadır. Sizden istikameti bulmak isteyenler içindir. Âlemlerin rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Kuvviret) yani istikamet ancak isteyene verilir, isteyen de ancak bunu Allah`ın ona vermiş olduğu irade çerçevesinde isteyebilmektedir.
Diğer ayet ise; “Şayet Rabbin dileseydi yeryüzünde herkes Müslüman olurdu. (o zorlamadı) sen mi insanları Müslüman olmaya zorlayacaksın?” (Yunus 99-100) bu ayet açıkça ifade etmektedir ki insan bir şey istediğinde Allah buna mani olmayacaktır. Zira Allah herkesi özgür bırakmış ve kimseyi Müslüman olma konusunda zorlamamıştır.
Sonuç olarak; Kader, sebeplere başvurmadan hiç bir şey olmayacakmış gibi sebeplere başvurmak, sebeplerin hiç etkisi yokmuş gibi Allah`a tevekkül etmenin adıdır. Kader Allah`ın insana verdiği kudreti, gücü kullanıp sonucunu asıl kudret ve güç sahibi olan Allah`a bırakmaktır. Allah›ın vereceği musibetlere karşı tedbir almak kadere aykırı olmadığı gibi tedbir aldıktan sonra sonucu -her şey Allah`ın elinde deyip- Allah`a bırakmak da kadere aykırı değildir.
Peygamber Efendimiz`in(S.A.V) Allah`ın kendisine yardım edeceğinden emin olmasına rağmen düşmana karşı önlem alması ve savaş taktiklerini kullanması kadere imanın bir pratiğidir. Hz. Ebubekir öncülüğünde Müslümanların Allah tarafından korunacağını bildikleri halde zayi olma endişesinden Kur`an-ı Kerim`in dağınık olan ayetlerini bir araya getirip Mushaf oluşturma çabası içerisine girmeleri de ilk nesil Müslümanların kaderi ne kadar iyi anladıklarını gözler önüne seren bir kader pratiğidir.
Hz. Ömer veba hastalığının yayıldığı Kufe`den ayrıldığında Müslümanlardan biri “Ey Ömer Allah`ın kaderinden mi kaçıyorsun” demiş, Hz. Ömer de “Allah`ın Kaderinden yine Allah`ın kaderine kaçıyorum” diyerek İslam düşüncesindeki gerçek kader tasavvurunu ortaya koymuştur.