İslam üç temel esas üzerine kurulmuştur; Akide, Amel ve Ahlâk. Akide, İslam`ın inanç ve düşünce boyutunu ifade etmekte ve İslam`ın en öncelikli esasını oluşturmaktadır. Akide esası üzerine kurulmamış amel ve ahlâk bir anlam ifade etmez. Kur`an-ı Kerim`in Mekke döneminde inen ilk ayetleri ve Peygamber Efendimizin (S.A.V.) ilk olarak Müslümanlara öğrettikleri akideyle ilgilidir.

İslam düşünce esasının(Akide) temelini imanın altı şartı diye bilinen esaslar oluşturmaktadır. Ancak bu esaslara iman ne şekilde olmalıdır? Asıl cevap aradığımız soru budur. Bu esaslara, delil ve kanıt olmaksızın sadece inandım diyerek ve akideyle ilgili şüphelere karşı herhangi bir savunma geliştirmeden inanmak mı? Yoksa inandığımız esasları delil ve kanıtlarıyla ispatlayıp şüphelere karşı bir savunma mekanizması geliştirmek mi?

Peygamber Efendimiz(S.A.V) sahih bir hadiste; Şeytan`ın insana vesvese vererek; “Allah seni yarattıysa peki Allah`ı kim yarattı” diyebileceğini, bu durumda Allah`a sığınıp Allah ve Rasulüne iman ettim denilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu hadiste görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz(S.A.V) ilk dönem Müslümanlarına akideyi öğretirken fıtrata uygun bir şekilde iman etmelerini istiyor akide şüphelerinde boğulmamaları için bu tür şüphelerden Allah`a sığınarak kendilerini muhafaza etmelerini telkin ediyordu. Böylece kuruluş aşamasında İslam`ın, bir cedel ve felsefe dini olmasının önüne geçilmiş, temiz fıtratta olan Allah`a iman duygusu geliştirilmiş ve akidenin amel için olduğu vurgulanmıştır.

Ancak sonraki dönemlerde İslam`ın, dünyanın büyük bir kısmına kısa bir süre içinde yayılarak farklı dinlerden birçok toplumun İslam dinine girmesiyle ilk dönemdeki temiz fıtrat birçok sorun ve şüphelerle bulanıklaşarak saflığını kaybetmiştir. Ayrıca akideyle ilgili ilk dönemde olmayan tartışmalar farklı akidevi mezheplerin oluşmasıyla sonuçlanmıştır.

Bundan dolayı artık bir savunma mekanizmasının oluşturulmasına ihtiyaç duyulmuştur. Bu mekanizma daha sonra kelam ilmi olarak sistematik bir ilim dalı olmuştur. İlk dönem selef âlimleri, temiz fıtratı muhafaza etmek adına kelam ilmine karşı çıkıp bu ilimle iştigal edilmemesi gerektiğini ifade etmişlerse de sonraki dönemlerde Müslümanlar arasında yanlış düşüncelerin ortaya çıkmasıyla bu ilim bir zorunluluk halini almıştır.

Günümüzde ise Müslümanlar arasında ortaya çıkan batıl düşünce ve ideolojilere karşı güçlü bir savunma mekanizmasının oluşturulması ve bu alanda uzmanların yetiştirilmesi gerekmektedir. Ne yazık ki; artık sadece “iman ettik” diyerek akidevi şüphe ve sorunlara yeterli ilmi çözümler geliştirip Müslümanları bu açıdan tatmin etmeden ve İslam toplumunu batıl düşünce ve ideolojilere karşı, savunma olmadan muhafaza etmemiz mümkün değildir.