SİYASET GEMİSİ / KÖŞEDEN KÖŞEYE

KASET VE DEKONT ARASINDAKİ İLİŞKİ

Kemal Öztürk (Yeni Şafak):

“Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın ailesinin yurt dışına para kaçırdığını iddia ediyordu Kılıçdaroğlu. Doğal olarak herkes şoka girdi.

Şimdi bu iddia, kırk yılda bir yapılacak, yapıldığında da sonucu istifa ile bitecek açıklamadır. Cumhurbaşkanı, ‘yurt dışına para kaçırdığımı ispatla, istifa edeceğim` dedi bu yüzden. Kılıçdaroğlu da bu belgeleri açıkladı.

Lakin açıklamanın şokunu üzerimizden atamadan, iddialarda adı geçen tüm isimlerin avukatı Ahmet Özel net, sert ve tereddütsüz bir şekilde bu belgelerin sahte, iddiaların da yalan olduğunu söyledi. O yetmedi, bu belgeleri savcılığa ve medyaya vermesini istedi. Yetmedi bir de tazminat davası açtılar. Üstüne bir de Cumhurbaşkanı aynı şeyleri söyledi. Bunlar da yetmedi, akşama doğru tüm isimler, tazminat miktarını attırdılar, bir de ceza davası için başvurdular. (…)

Erdoğan ve ailesinin yurt dışına para kaçırdığını gösteren gerçek belgeleri ele geçirmişse biri, yapacağı ilk işin bu belgeleri tüm dünyaya, özellikle Rıza Zarrab`ın gündem olduğu ABD medyasına dağıtması gerekir; ama yapmıyorlar.

Bu yüzden bir tuhaflık olduğunu düşünüyorum. (…)

Bu durumda Kemal Kılıçdaroğlu`na büyük bir kumpas kurulmuş demektir. Yani CHP`de kasetle ilk değişikliği yapanlar, dekontla ikinci değişimi yapacaklar. Benim aklıma en çok bu yatıyor.”

Kemal Öztürk, adaşı Kemal Kılıçdaroğlu için önemli bir tespitte bulunuyor ki, üzerinde durulmayı hak ediyor.

Belgeleri CHP genel başkanının eline tutuşturanlar -eğer kötü niyetli değilseler- Rıza Sarraf`ın “rüşvet” ve “ambargo” hakkındaki ifadelerinin oluşturacağı baskılayıcı ortamın hükümette tedirginliğe yol açacağını ve bunun da siyasi anlamda bir kazanca dönüştürülebileceğini düşünmüş olabilirler.

Önümüzde 2019 seçimleri var ve siyasette belden yukarı da belden aşağı da vurmanın serbest olacağı, pespayeliğin zirve yapacağı bir döneme girmek üzereyiz.

Tabii K. Öztürk`ün dediği gibi burada aslında Kılıçdaroğlu`na yönelik bir kumpas söz konusu değilse…

Bu arada kim bulduysa “Kasetle gelen dekontla gider” sözü de çok ilginç…

(Bu arada isim konusunda yine bir keşmekeş yaşandığını söylemeliyim. Reza mı, yoksa Rıza mı meselesi orta yerde dururken Zarrab ya da Sarraf diyenler de bunun sebebini izah etmiyorlar. Biz de bir tanesini seçelim dedik ve Rıza Sarraf dedik. Alıntıları ise olduğu gibi aktarmaya dikkat ediyoruz)

Ahmet Hakan (Hürriyet):

“- AMERİKA`nın İran`a ambargosu tabii ki delinecek.

- Türkiye tabii ki, Amerika`nın ambargosunu takmayacak.

- Amerikan ambargosu tabii ki paspasa çevrilecek.

- İran`la tabii ki ticaret yapılacak.

- Amerika`ya tabii ki jandarma muamelesi yapılmayacak.

Amenna!

Fakat arkadaş, Amerikan ambargosunu delmek gibi kutlu bir iş, böyle mi yapılır?

Sağa sola milyon dolarlar dağıtarak yaşayan, rüşveti bir yaşam biçimi haline getiren, sıfır ahlak kaygısı taşıyan 28 yaşındaki bir şarlatanın ne işi var ambargo delme işinde?

Ambargo delmek gibi süper kutlu bir işe azıcık da olsa yakışacak bir adam bulamadınız mı?”

Son derece şaşkınım!

Amerikan ambargosunu delmeye “kutlu bir iş” diyen bir gazeteci ve bu gazeteci A. Doğan`ın gazetesinde yazıyor.

Aydın Doğan`ın hem Alman hem de Amerika ile ortaklıklarının olduğunu biliyoruz. Hatta bizatihi Donald Trump ile ortaklığı vardı, Trump Tower üzerinden.

Şimdi diyorum ki, acaba Aydın Doğan, daha çok Almanya ile ortaklığı mı önemsemeye başladı yoksa dostu Trump`un da başının dertte olduğu Amerikan yargısına mı tepki gösteriyor.

Hepsi bir yana, Ahmet Hakan söylediklerinde haklı!

Yani koca Türkiye ve koca İran ticaret yapmayı beceremiyor da 28 yaşındaki bir sonradan görme sosyete çocuğuna mı ihtiyaç duyuyor?

Mehmet Barlas (Sabah):

“ABD'de devam eden Rıza Zarrab Davası'na ilişkin olarak bir temel söylemimiz var...

Kendisini dünyanın tek egemen gücü olarak gören ABD, artık sayı ile kendine gelmelidir...

ABD'nin kendi çıkarları açısından ambargo koyarak ya da işgal ederek diğer ülkeleri cezalandırması artık gülünç karşılanmaktadır. (…)

Bir başka mesele de şu...

Türkiye'nin terörist örgütler olarak kabul ettiği oluşumlara yardım etmek ve silah desteği vermek, Türk hukuku açısından ağır cezalık suçlardır. Ancak ABD'nin Pentagon'u bunu yok saymakta ve PKK/PYD oluşumunu yoğun biçimde silahlandırmaktadır. Eğer bu durumu Zarrab davası ile karşılaştırırsak, Türkiye'yi bundan sonra ziyaret edecek ilk ABD Genelkurmay Başkanı'nı tutuklayıp, yargı önüne çıkartmamız gerekir. Bunun gibi FETÖ de ABD tarafından kucaklanmıyor mu?”

Rıza Sarraf`ın itirafçılığının Türkiye açısından önemli bir kazanımı vardır.

Evet, Amerikan karşıtlığının bu kadar aleni bir hal aldığı başka bir dönem daha yoktur sanırım ve bunda Rıza`nın da biraz katkısı vardır.

Bu arada Mehmet Barlas`ın önerisi hiç de yabana atılır bir şey değil.

Ama misillemeye Genelkurmay Başkanı üzerinden başlanmasının problemli tarafları vardır.

Onun yerine Bret McGurk`tan başlanması daha mantıklı olacaktır.

Üstelik Türkiye McGurk`u alırsa ekonomik meselelerden değil direk “Terörle mücadeleden” alabilir ki, bu konuda dünya kadar delil bulması mümkündür.

Bu arada kendilerini “eski CIA`cı” diye pazarlayıp Türkiye`ye siyaset felsefesi dersi verdiğini düşünenlerden Henri Barkey`den sonra Graham Fuller hakkında da “yakalama kararı” çıkması bizi umutlandırmaktadır.

Graham Fuller oldukça önemli bir isim.

Fehmi Koru ve Cem Küçük ne der göreceğiz; ama “yakalama kararı” önemli bir hamle!

Ha gayret!

Bir adım sonrası McGurk`tur inşallah!

Fatih Altaylı (Habertürk):

“Rezalet şu.

Asıl suçlu tanık oluyor ve korunuyor.

Asıl suçlunun suçladığı kişi, sadece suç ortağı olmasına rağmen asıl sanık haline getiriliyor.

Bir benzetme yapmak gerekirse...

Amerikan adaleti, bir mafya babasını yakalamak ve mahkûm etmek istiyor.

Bu durumda genelde ne yapılır, bir alt düzey mafya üyesine koruma sağlanır ve tanık olur, mafya babasını mahkûm etmek için kullanılır.

Burada olan ise tam tersi.

Asıl “baba” Zarrab, tanık oluyor ve “baba”nın verdiği ifadelerle mafyanın alt düzey tetikçileri yargılanıyor, babaya ise koruma sağlanıyor.

Büyük suçlu “yırtıyor”, küçük suçlular ise mahkûm oluyor.

Eğer davaya “hukuk” gözüyle bakarsak durum tam budur.

Yok eğer bu bir siyasi dava ise... O zaman zaten adalet falan aramak boşuna.”

Altaylı`nın “mafya ile mücadele”den yola çıkarak söyledikleri oldukça ilginç.

Evet, görünürde her tarakta bezi olan kişi Rıza Sarraf; ama o itirafçı oluyor ve onun açıklamalarıyla başkası yargılanıyor.

Ama Altaylı bir şeyi gözden kaçırıyor. Bu bir “mafya” davası değil! Amaç da bir “suçun” önüne geçmek değil bir “siyasi suikast” gerçekleştirmek.

Amerika bölgedeki siyasi gelişmelerde kenara itilmiş olmayı hazmedemiyor ve adımlarını ona göre atıyor.

İşin aslı “haydutlar devlet kurarsa” ve yargı tümüyle “mafya”nın kontrolüne geçerse işler böyle ters döner.

Beril Dedeoğlu (Star):

“Trump`ın en son kiminleyse onun görüşlerinden etkilendiği iddia ediliyor. Bu doğru ise Amerikalıların işi zor demektir. Ancak bu olumsuzluğun Trump`ı bazı konularda ikna etmek isteyen kişi ve devletler açısından yol gösterici olması mümkün. Demek ki, peşinin hiç bırakılmaması gereken bir lider; sürekli görüşmek, anlatmak, konuşmak bazı konularda sonuç getirebilir.

Bununla birlikte, dünyanın en güçlü ülkesinin başkanının yanından en son ayrılanın sözlerini kulağında taşıdığının iddia edilmesi, oldukça sorunlu bir durum. Ayrıca, Trump`ın ABD`nin küresel faaliyetleri hakkında da fazla bilgisi olmadığını gösteren epeyce karine buluyor. Bunun için sadece “Biz neden Suriye`ye girdik, anlamıyorum” ifadesi bile kanıt sayılabilir. (…)

Trump, ABD`de iktidar olup muktedir olamamış olabilir. Ancak onun yerine kimin “esas oyuncu” olduğunu görmek de kolay değil. Bir yanda başkan yardımcıları, bir yanda “yakınları”, bir yanda istihbarat kuruluşları, öte yanda Pentagon var. Trump`a iş yaptırmayarak onu tez zamanda koltuğundan etme konusunda ittifak yapmış olabilirler. Ancak Başkan`dan doğacak boşluğun nasıl doldurulacağı konusunda kıyasıya bir iç mücadele olduğu söylenmeli. Dolayısıyla ABD`den söz ederken hangi ABD sorusunu unutmamak ve Trump`ın kendisini kurtarmak için K.Kore`de çılgınlığa kalkışma ihtimalini akılda tutmak gerekiyor.”

Beril Dedeoğlu`nun Trump ile ilgili söyledikleri dikkate değer şeyler; ancak bu her şeye rağmen tabloyu tam olarak görememektir.

Trump`a iş yaptırmayan bir “Derin Amerika” olgusundan söz etmek istiyor Dedeoğlu. Peki, bu durumda, Trump`ın Körfez`deki faaliyetlerini, silah sanayiine yaptığı büyük katkıyı, damadı Jared Kushner`in İslam dünyasında yeni kaoslar oluşturma amacıyla yaptığı çalışmaları nereye oturtacağız?

Evet, “hangi ABD” diye soralım; ama şunu da unutmayalım ki, “her iki Amerika”nın çatıştığı yerler kadar ittifak ettiği yerler vardır ve her hâlükârda ittifaklarından mazlumlar zarar görüyor.