Yalçın Akdoğan (Star):

“Dostuna dostluk yapmaktan aciz olan, düşmanına düşmanlık yapma gücünü de bulamaz. Stratejik ortağına sahip çıkamayan bir devlet, düşmanları karşısında bocalamaya mahkûm olur. Necaset, necis suyla temizlenmez. Yani pis bir şeyi pis suyla temizlemeye çalışırsanız daha da kirlenir. PYD veya FETÖ üzerinden hesap kuranlar daha büyük sıkıntılarla karşılaşırlar.”

Şöyle bir kafanızı yukarı kaldırın ve bu cümlelerin sahibine bakın.

Çelişkiler, gariplikler ve anlaşılmaz ifadeler…

Birinci cümlede Amerika`yı dost olarak tarif ediyor Akdoğan. 15 Temmuz`a, siyonizme verdiği desteğe, İslam dünyasındaki katliamlarına rağmen “dost Amerika” öyle mi?

Hükümette görev yapıyor olsa anlaşılır bir tarafı var; ama öyle bir durum da yok! Anlamak zor.

İkinci cümlede dostluğa bir de stratejik ortaklığı ekliyor ve kendince hikmetli bir sonuç çıkarmaya çalışıyor.

Üçüncü cümle müthüş! “Necaset necis suyla temizlenmez.” Yalnız şöyle bir çelişki var: Tamam diyelim ki, DEAŞ`a karşı PYD`nin kullanılmasını “Necaset, necis su” bağlamında değerlendirebilir, peki bu formülü FETÖ`ye nasıl uyarlıyor? Amerika FETÖ`yü Türkiye`ye karşı kullandığına göre “kim necaset”, kim “necis su” oluyor?

Gelelim son cümledeki garipliğe: “PYD ve FETÖ üzerinden hesap kuranlar…”

Erdoğan`ın ifadesiyle “PYD=PKK” olduğuna ve HDP`liler de PKK`den dolayı tutuklandığına göre Yalçın Akdoğan`ın HDP`lilerle uzun süre çözüm adına “iş tutmasını” nasıl yorumlayacağız?

 

Bekir Coşkun (Sözcü):

“Kıbrıs meselesi sürerken, Londra'daki o görüşmeden sonra AA haber geçmişti:

“Başbakan Demirel masayı yumrukladı…”

Yalakalık için bulunmaz fırsattır böyle zamanlar…

Manşet yaptık tabii ki:

“Masayı yumrukladık…”

Resim geldi, masa yok…

Dün baktım, manşet atmış gazetesi:

“Noktayı koydu…”

ABD özel görüşme 20 dakika…

Oturup 20 dakikaya ne sığar hesabı yaptık:

“Oh prezident Erdoğan, how are you?”

“Sizi sormalı…”

Hoş-beş, iki dakika gitti…

“İkimiz de atı alıp geldik…”

“Atınız da mı var?..”

“Hayır, bizde atı alan Üsküdar'ı geçer derler… İkimiz de atı aldık geçirdik diyorum…”

“Vaavv….”

İki dakika daha düş…

16 dakika kaldı…

Dil yok malum… Her birisinin söylediğini tercüman tekrarladığına göre, konuşma sürelerinin iki katını al, ya da 16'yı ikiye böl…

Kaldı 8 dakika…

Açıklamalarına bakılırsa; 8 dakikada görüşülenler:

PYD'ye verilen silahlar, Suriye'nin geleceği, Musul kuşatması, IŞİD'e karşı ortak mücadele, Rusya ile ilişkiler, İncirlik konusu, PKK terör örgütü, FETÖ, Gülen'in iadesi, karşılıklı ticaretin geliştirilmesi, silah sanayi, istihbaratın paylaşılması, mülteciler meselesi, güvenli bölgeler…”

Tamam, anladık ilkokulda matematikle aran iyi değildi; ama bunu o kadar da gösterme!

Bir defa baş başa görüşme 20 değil, 23 dakika ve o üç dakikaya, o yüz seksen saniyeye neler sığdırılabileceğini bir bilsen!

Bir de sonrasında heyetler arası görüşme de neredeyse 2 saat sürmüş. Yani 6 tane yirmi dakika daha…

Tamam anladık, muhalifsin, muhalif taraftan bakıyorsun.

Ama yine de olmadı Bekir Coşkun!

Biri de önüne Ecevit`in meşhur fotosunu koyar, feleğini şaşarsın!

Tabii bir de Demirel meselesi var.

Sanırım cumhurbaşkanı olduktan sonra Demirel ile “daha açıktan” aynı siyasi ve kültürel çizgiye gelmiştiniz. Demirel, hiçbir şey anlamadığı operada “İşte çağdaş Türkiye!” dediğinde heyecanlanmıştın, itiraf et!

Ispartalı Süleyman, çağdaşlaşabiliyorsa, Urfalı Bekir de çağdaşlaşabilir, öyle değil mi?

Nagehan Alçı (Milliyet)

“ABD`nin Rakka operasyonunu YPG ile yapma konusunda kararını verdiğini hatırlatan Erdoğan, “Bizim de kendilerine söylediğimiz şey şu: Mevcut durumda, böyle bir yaklaşımı benimseyemeyiz, kesinlikle sizlerle beraber olamayız. Rakka`da terör örgütüyle işbirliğinizi sağlıklı bulmuyoruz. Kendilerine şunu da açıkça ifade ettik: YPG ve PYD`den Türkiye`ye herhangi bir saldırı olursa hiç kimseye sormadan angajman kurallarını uygularız. Bunu da açıkça söyledik” dedi.”

Benim bu açıklamadan net olarak anladığım şu:

“Bir gece ansızın angajman öyle!”

Hani “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyorlardı ya…

Yani bunun açıklaması şöyle: YPG`den bir saldırı gelirse “Bir gece ansızın angajman” devreye girebilir.

Ama anlamadığım bir şey var.

Bu angajman meselesi devletler arasında söz konusu değil miydi?

Acaba diyorum, bu şekilde kamuoyu “bir PKK devletine” mi hazırlanıyor?

Yani “Bardağın boş tarafından bakarsak” diyorum.

 

Ahmet Hakan (Hürriyet)

“NOKTA konulmayacaktı zaten.

Sadece “Bak, nokta koyarım ha” diyerek...

Karşı tarafı sıkıştırmaya çalıştık.

Ama olmadı.

Neyse...

Hayırlısı.”

Şu anda moda Ahmet Hakan`ın bu sözleri…

Acaba diyorum, gerçekten de “nokta” konsaydı ne diyeceklerdi.

Sanıyorum herkes buna da hazırlıklıydı.

Kimileri şahsiyetli dış politikadan söz ederken, kimileri Türkiye`nin felakete sürüklendiğini söyleyecekti.

Ahmet Hakan ise…

Herhalde Erdoğan`ın “Kasımpaşalılığından” harbiliğinden söz edip aradan yine sıyrılırdı.

 

Etyen Mahçupyan (Karar):

“Ne var ki HDP seçmeninin bir bölümünün “evet” vermiş olması HDP`lilerin yön değiştirdiği anlamına gelmiyor. Bu verilen oy, yanlış yaptığını idrak ederek “doğruya” yaklaşan bir toplumsal kesime değil, siyasi gerçekçilik içinde davranarak istenen yetkinin yolunu açan bir bakışa işaret ediyor. Dolayısıyla bunu sınırlı süre için açılan bir kredi gibi düşünmek gerek. HDP`nin blok oyu büyük ölçüde aynen duruyor ve eğer AK Parti, Kürt meselesinin çözümü yönünde ilerleme sağlayamazsa yeniden on puanın üzeri bir seviyede konsolide olacaktır.”

PKK`nin baskıları, sandıklar üzerindeki silahlı vesayeti ile ilgili Mahçupyan`dan şimdiye kadar ciddi bir eleştiri görmedik.

Şimdi sosyoloji kasıyor aklınca…

Her şey bir yana bu tip “nefretleri bilgilerinin önüne geçen” adamlara da “uzman” muamelesi yapıyorlar da ona yanarım.

 

M. Latif Salihoğlu (Yeni Asya):

“Gerçekte, birbirinin devamı mahiyetinde olan Demokrat Parti gibi Adalet Partisi de darbe mağduru olan iki siyasî partidir.

Biri 27 Mayıs İhtilâli, diğeri ise 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül Darbesiyle iktidardan zorbalıkla uzaklaştırılmış ve bu siyasî misyona olan milletin teveccühü gayet münafıkane manevralarla kırılmaya çalışılmıştır.

Dün olduğu gibi, günümüzde de hayret ve taaccüp ettiğimiz bir durum var. Şöyle ki: Darbeye ve darbecilere şiddetle karşı olduğunu söyleyen kimi siyasî fikir sahiplerini azıcık konuşturup test ettiğimizde, darbelere maruz kalan, yani mağdur durumdaki siyasî partilere ve liderlerine mülâyemetle bakacaklarına, tam aksine, daha şiddetli bir kin ve husûmetle ateş püskürdüğüne şahit olmaktayız. Üstelik istisnalardan ibaret değil; maalesef, misâlleri sayılamayacak kadar çoktur.”

“Mesela?” diye sorsak Salihoğlu`na.

Kim darbe mağduru siyasi partilere ve liderlerine kin ve husumetle ateş püskürmektedir?

Bir de partileri anladık da o darbe mağduru liderler kim?

Sanırım ilk cümlede anlaşılıyor.

Partiler Demokrat Parti ve Adalet Partisi, liderler de Menderes ve Demirel olsa gerek.

Liderlerden Menderes idam edildi, Demirel de birkaç sene önce öldü.

Erdoğan taraftarları Erdoğan-Özal-Menderes resimlerini beraber kullandılar, yani Menderes`le bir problemleri yok.

Peki ya Demirel?...

Demirel, bir darbe mağduru olmasına rağmen 28 Şubat günlerinden itibaren ölünceye kadar darbecilerle beraber oldu ve memleketin dindarlarına yapılan zulümde pay sahibi oldu.

Yani şimdi Salihoğlu, “Örtülüler Arabistan`a gitsin” diyen bir adama dindarların sempati beslemelerini mi istiyor?

Bu arada Salihoğlu, bir dönem Demirel`e olan teveccühün “Münafıkane” manevralarla kırılmaya çalışıldığını iddia ediyor.

Salihoğlu`na sadece “Münafık” kelimesinin ne anlama geldiğine, münafık davranışına bir daha bakmasını salık veririm.

Kur`an`dan bir ayetle yardımcı olayım: “İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İman ettik" derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: "Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz." (Bakara/14)

 

Doğu Perinçek (Aydınlık):

“ABD, Türkiye`ye ne verecektir de, Türkiye teröre karşı mücadeleden vazgeçecektir? Türkiye açısından böyle bir soru yoktur, bu sorunun yanıtı da yoktur. ABD, bunu bilmiyorsa, öğretmenin tek yolu var. Türkiye, hiçbir tehdide boyun eğmeyecektir. Vatan bütünlüğü ve iç barış, Türkiye için pazarlık masasında bulunmayan değerlerdir.”

“2000`e doğru” diye bir dergi vardı 90`lı yıllarda.

Perinçek`e ait olan bu dergi son derece provokatif yayınlarla gündemde kalmayı başarıyordu.

Dergide Öcalan ile söyleşiler yayınlanıyor, PKK övülüyordu.

Size önce birkaç 2000`e doğru dergisi kapak yazısı vereyim:

“Sosyalist Partiden Kürt sorununa çözüm: Demokratik Federal emekçi Cumhuriyeti”

“Gizlenen belge. Atatürk: Kürtlere Özerklik”

“Sosyalist Partinin Kürt sorununa barışçı çözüm önerisi: Hükümet PKK ile görüşsün!”

“Gerilla barınmasın diye ordu ormanı yakıyor. Otsuz, ağaçsız, insansız toprak parçasına vatan denir mi?”

Evet, siz o başlıklarda hiç “Vatan bütünlüğü” ya da “iç barış” gibi bir şeye rastladınız mı? Aksine federasyon, özerklik, orduyu suçlama ve “PKK ile görüşülsün” önerileri var.

Ama size bir şey söyleyeyim mi? Perinçek`in görüşlerinde bir değişiklik olmamış.

O zamanki görevi öyle yazmaktı, şimdiki görevi böyle yazmak!