KÖŞEDEN KÖŞEYE

Bekir Coşkun (Sözcü):

Sadece bir adam lazım… Bir adam…

İnsanlarda azim, gençlerimizde umut, kadınlarımızda yürek, her bir cumhuriyetçide hasret var…

Bir adam lazım…

Her bir partilinin delicesine güvendiği, her bir sözünün sloganlaşıp kahvehaneleri dolandığı, adı duvarlara yazılan, tutarlı, cesur, ilkeli, Atatürk`ün partisine yakışan bir adam…”

Öyle görünüyor ki, Bekir Coşkun bu dertten gidecek.

Nasıl gitmesin ki?

Son referandumda “Hayır” diyen seçmenin eğitim seviyesinin yüksek olduğu da ortaya çıktı; ama işte bir “adam” çıkmıyor.

Bekir Coşkun`un neden son zamanların moda ifadesiyle “insan” değil de “adam” demesini “eğitimli kadın seçmene” havale ederek “Aranan adam”ın özellikleri üzerinde duralım:

Delicesine güvenilen, tutarlı, cesur, ilkeli…

Manzaraya bakıyorum ve Bekir Coşkun`un kendini kahretmesini çok iyi anlıyorum.

Lütfü Oflaz (Star):

Müslümanların çoğunluğu bırakın ibadethaneye gittiği kadar kütüphaneye gitmeyi, hiç kütüphaneye gitmiyor.

Günde beş vakit ibadethaneye giden Müslümanlar, yılda bir vakit bile kütüphaneye gitmiyor.

Ömür boyu dua okuyan Müslümanlar, çoğunlukla ömürlerinde bir kitap bile okumuyor.

Müslümanların çoğunluğu beyinsel, sanatsal üretimlerle hiç ilgilenmiyor.

İşte bunu dikkate alarak diyorum ki, her caminin yanında bir kütüphane kurulmalı!

Din adamları, camiye gelenlerin kütüphaneye de gitmeleri konusunda çaba harcamalı.”

Lütfü Oflaz, bir Müslüman için hayati derecede önemli bir konuya değinmiş.

Yeni bir okuma seferberliği başlatmalıyız. Sosyal medyadan edinilen bilgilerle sadece kafa karışıklığının oluştuğu, bilgiye ulaşmak için disiplinli ve kararlı bir okumaya ihtiyacımız olduğunu unutmayalım. Okurken “Kendimizi ve Rabbimizi tanıyalım” ve bu şekilde bakalım dünyaya.

Camilerin yanında kütüphane fikri, bilginin ancak kulluk ile anlam kazanacağı gerçeğini hatırlattığı için önemli.

Aslı Aydıntaşbaş (Cumhuriyet):

“Soru çok net: 2019 seçimlerinin ikinci turunda Tayyip Erdoğan`ın karşısına nasıl bir adayın şansı olur? Soru “En çok kimi seviyorsunuz?” ya da “Gönlünüzden kim geçiyor?” değil. Kimin saygın olduğu ya da çok tanındığı da değil. Soru, “Kim kazanabilir?”

Hafta başında Orhan Bursalı, yüzde 49`un ne olup ne olmadığı konusunda iki önemli yazı kaleme aldı. Cumhuriyet yazarının “Şüphesiz kalbi solda atan bir insanım, ama 2019 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ‘sol` bir aday istemiyorum” diye başlayan yazıdaki tespitlerine katılıyorum.

Yüzde 49 ne solun, ne de CHP`nin oyu. Haliyle 2019 için Erdoğan`ın karşısına “sol aday” yerine, artık oluşması kaçınılmaz hale gelen “demokrasi cephesinin” ortak adayını aramak lazım.”

Evet, işte yeni bir “Ekmeleddin vakası” yüz yüze gelmek üzereyiz.

CHP zihniyetinin ülke gerçeklerini anlamaya başlaması aslında son derece önemli. Öyle ya Aslı`ya göre “sol aday” değil, “demokrasi cephesinin” ortak adayı bulunmalı. Yani bu demek oluyor ki, hiçbir zaman bu ülkede bir “sol aday” sınırlarını aşıp “demokrasi cephesinin” ortak adayı olamaz.

O zaman nasıl bir aday profili gerekecek?

Bir üst akıl devreye girip olaya el koymazsa Kemalistlerin işi çok zor.

Fatih Selek (Türkiye):

“Kutlu Doğum Haftası'nın nasıl ortaya çıkarıldığını ve nasıl amacından saptırıldığını manşetlerimize taşıdık.

Meselenin mahzurlu taraflarını kamuoyunun nazarı dikkatine sunduk. İnanılmaz bir yankı uyandırdı. Haber, sadece iki günde 60 milyondan fazla kişiye ulaştı. Şüphesiz bu, İhlas Medya'nın başarısıdır.

Fakat asıl önemli husus, dile getirdiklerimizin milletimizde karşılığının bulunmasıdır. Bu yüzden kartopu gibi yayıldı.

Neticede Diyanet'ten sorumlu bakan Numan Kurtulmuş, kutlamaların hicri Rebiülevvel ayına sabitleneceğini ifade etti.”

Önce bir “günaydın” diyeyim Fatih Selek`e ve dürüstlüğe davet edeyim.

1-Kutlu Doğum programının “FETÖ projesi” olduğu iddiası tartışmalıdır; ama “Türkçe olimpiyatları”nın durumunda bir şüphe yok.

2-Bu eleştirilerinizi neden 2 yıl önce dile getirmiyordunuz?

Neyse, onu bırakalım da “Ah şu arşivler” diyelim.

Nuh Albayrak, 2 Haziran 2008 tarihli Türkiye Gazetesinde şunları yazıyordu:

6. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları Finali'ni dün akşam canlı izleyen şanslı kişilerden biri de bendenizim... 110 ülkeden gelen 550 gencin marifetlerini, muhteşem bir organizasyon eşliğinde izledik. Üç saat boyunca bazen güldük, bazen duygulandık, hatta bazen da ağladık... Düşünebiliyor musunuz?.. Ukraynalı Anastasia, milli kıyafetiyle sahneye çıkıyor ve 'sahibinin sesi' bir orijinallikte, "Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda..." diyor. Belaruslu bir sarışın kız, "Gesi bağları"nı söylüyor, herkesi coşturuyor. (…)

Bu günün akıncıları gibi beş kıtaya koşan bu eğitim ordusunu gönülden kutluyor ve herkesin bu 'global hizmet'i desteklemesi, hiç değilse 'gölge etmemesi' gerektiğine inanıyoruz.”

Rahim Er ise tam dört yıl sonra, 8 Haziran 2012`de şunları yazdı:

Türkçe Olimpiyatları, onuncu yılında. Bu hareket, şüphesiz ki küresel çapta düşünülmüş bir dünya projemizdir. Fikir ihracına dayalı nadir başarılarımızdan biri. İlk defa kim, kimler akıl ettiyse binlerce teşekküre layıktır. Bu başarının arkasında büyük fedakârlık ve büyük yorgunluklar var.”

Fatih Selek, hadi adamsan bu iki yazarına da bir-iki kelam et! Nuh Albayrak, Star`a gitti; ama Rahim Er ile halen aynı yerde çalışıyorsun. Bu adamlar “kripto” olmasın!

Hayrettin Karaman (Yeni Şafak):

“Kutlu Doğum projesi Mevlid Kandili'nin yerine düşünülmüş ve konmuş değildir. Adı Kutlu Doğum'dur, maksat Efendimiz'dir (s.a.); O'nu ve âlemlere rahmet rehberliğini yurt içinde ve dışında tanıtmak, her yaştan ve baştan insanın O'nun getirdiği hayat nizamına dikkatini çekmek, insanlığın ortak problemlerini ana konu edinerek çözüme katkı sağlamaktır. Çok iyi karşılanmış, amacını büyük ölçüde gerçekleştirmiş bir projedir. Doğum günü kutlaması olmadığı için uygun bulunan başka bir tarihe sabitlenmiş olmasında da sakınca değil, fayda vardır.

Bunu takdir ve teşvik edecek yerde öküz altında buzağı aramaya kalkışanlara Allah insaf versin.”

Hayrettin Hoca “idrak yolları enfeksiyonuna” yakalanmamış olanlara yeterli cevabı veriyor.

Ama ilmin yerini cehalet ve tarafgirlik almışsa artık anlatılacak bir şey yoktur.

Evet, bu bir “Doğum günü kutlaması” değil, Aziz Peygamber`in doğumundan duyulan mutluluğu dile getirmek ve örnek kişiliğini anlatmak için imkânları zorlamaktır. Bahar aylarına sabitlemek de (açık alanlarda kutlandığını göz önünde bulundurursak) son derece isabetli bir iş olmuştur. Yaz ve kışta bu iş zahmetli olacak ve bir kısım insan böyle bir buluşmadan mahrum kalacaktır.

Ahmet Varol (Yeni Akit):

“Beyannamenin en çok tartışmaya konu olan maddesi, Hamas`ın 1967 sınırları içinde bir Filistin devleti kurulmasını kabul etmesine dair yirminci maddesidir. Tartışmanın sebebi ise bu konuyla ilgili ifadeden, Hamas`ın 1967 sınırlarını onayladığı, diğer bölgelerdeki İsrail işgalini ise zımnen kabul ettiği sonucu çıkarılmasıdır. Bu maddedeki ifadelerden böyle bir sonuç çıkarılması yanlıştır.

Gerçekten de metin tümüyle okunduğunda Hamas`ın işgale razı olduğunu söylemek için çok kötü niyetli olmak lazımdır. Birkaç madde ile mesele daha iyi anlaşılır:

18- Siyonist rejimin meşruiyeti, asla tanınmayacaktır. Filistin`in başına gelen işgalcilik, yerleşke inşaatları ve Kudüs`ün Yahudileştirilmesi batıldır.

19- Filistin topraklarından bir karışı bile bırakılmayacaktır. Hamas, nehirden denize kadar tüm Filistin topraklarının kurtarılması dışındaki hiçbir alternatifi kabul etmeyecektir. 1967 topraklarında başkenti Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması ve mültecilerin yurduna geri dönmesi, herkesin ittifak ettiği ulusal bir formüldür ve bu, İsrail`in tanınması anlamına gelmemektedir.

20- Hamas, Filistin meselesini ortadan kaldırmaya ve Filistin halkının haklarını bir tarafa bırakmaya yönelik her türlü anlaşmayı ve barış planını reddetmektedir. Filistin sorununun çözümüne yönelik planların hiçbiri bu haklara zarar verici olmamalıdır.

23- İşgalci rejime karşı tüm araçlarla direniş, tüm dinler ve uluslararası yasalar açısından meşru bir haktır. Bu araçların merkezinde de silahlı direniş bulunmaktadır. Silahlı direniş, ilkelerin savunulması için stratejik bir seçenektir.”