Basında ciddi ciddi Abdullah Gül'ün aday olması konusu konuşuluyor.

Laik Kemalist kesimden, hatta CHP'den siyasetçiler bile Gül'ün adaylığını destekleme yönünde açıklamalar yapıyorlar.

Ben de buna bakıp biraz geriye gitmek istedim. Gül'ün “kardeşi” Erdoğan tarafından aday gösterildiği yıllara…

27 Nisan e muhtırasının üzerinden 10 yıl kadar geçti.

Unutanlar varsa hatırlatayım: Genelkurmay'ın yayınladığı o muhtıranın bir sebebi de “eşi örtülü” olan Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığına aday olmasıydı. (Bir sebep de Kutlu Doğum programlarıydı) Asker, cumhurbaşkanı olacak kişinin “Sözde değil özde laik” olması gerektiğini söylüyordu ve Abdullah Gül, bu kritere uymuyordu.

Bakın 28 Nisanda muhtıra ile ilgili basın, siyaset ve iş dünyası neler demiş:

CHP Genel başkan Yardımcısı Onur Öymen: “Genelkurmay'ın tespitleri bizim tespitlerimizden farklı değildir. Altına imzamızı atarız.”

CHP milletvekili Nur Serter: “Genelkurmay Başkanı'na “memur” diyen bir zihniyete karşı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin önünde, şanlı ordumuzun önünde saygıyla eğiliyoruz.”

Tufan Türenç (Hürriyet): “Tabiî ki bu bir muhtıradır. Bu muhtıranın özü AKP'nin çıkardığı cumhurbaşkanı adayına Türk Silahlı Kuvvetlerin karşı olduğunu açıklıyor.”

Ertuğrul Özkök (Hürriyet): “Demokrasi kaygısıyla, sadece askeri eleştirmek, ne adil, ne yararlı, ne de sonuç verici bir girişim olacaktır. Çünkü o bildiride savunulan görüşler, toplumun önemli bir bölümü tarafından paylaşılmaktadır.”

Fikret Bila (Milliyet): “TSK, türbanın ve temsil ettiği zihniyetin Çankaya'ya çıkmasına karşı ilkesel bir duruş sergilemiştir.”

TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ: “AKP toplumda git gide artan ve TÜSİAD'ın da paylaştığı laik rejimi koruma kaygısını yeterince dikkate almıyor.”

Tekrar bugüne gelirsek…

Abdullah Gül, değişti mi, ya da ne kadar değişti?

Öyle ya hiç ummadığın kişilerden Abdullah Gül'ün aday olması durumunda destekleneceği yönünde açıklamalar geliyor. Demek ki, Gül'ün değişimi açısından bir ışık gördüler ki, tavırlarında da değişim oluyor.

Şimdi sorun şu: Bu değişim sözde bir değişim mi, yoksa özde mi?

REFERANDUMA DEĞİL SONUCUNA SAYGILI

Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, basın açıklamasında bulundu: "Türkiye ile samimi ve açık bir görüş alışverişinde bulunduk. AB üyesi ülkelerle Türkiye'nin mevcut durumunu ve ilişkilerimizin geleceğini değerlendirdik. Biz, Türkiye de dahil olmak üzere bütün ülkelerin bağımsız olarak kendi yönetim sistemine karar verme hakkını tanıyoruz ve saygı duyuyoruz."

Eğer bu işin altında bir şeytanlık yoksa, Mevlut Çavuşoğlu'nun ima ettiği gibi “Bir acziyet, bir yola gelme” vardır. Aslında ben daha çok birinci şıkkın söz konusu olduğunu düşünüyorum; ama yine de kafama takılanları sorayım.

Ey Avrupa ya da ey Mogerini, siz değil miydiniz bu referandumda “Evet” çıkarsa her şey değişir, Avrupa ile olan macera biter diyen?

Ama sonuca saygılısınız öyle mi?

Haa anladım! Siz referandumların sonucuna değil, kendisine karşısınız. Olur da birileri her şeyi göze alıp size karşı çıkar ve referandumunu yaparsa o zaman siz çıkan sonuca saygı duyuyorsunuz.

Bazıları buna “Bükemediğin eli öpme” gibi hiç de kibar olmayan bir isimlendirmede bulunuyor; ama biz ona “Tutmayan A planı” yerine “B planının” devreye sokulması diyelim.

BEKLENTİLER VE GERÇEKLER

TSK, Irak sınırları içerisindeki Şengal Dağına ve Suriye sınırları içerisindeki Karaçok Dağına hava harekatı düzenledi.

Her iki bölgeye yönelik bu operasyon aslında bağıra bağıra gelmişti. Kimse sürpriz olarak görmedi.

Amerika “Bize haber verildi; ama onayımız alınmadı” dedi, Rusya ise “Endişeliyiz” açıklaması yaptı.

PKK-PYD ise hem şaşkındı hem de şok yaşadı.

PYD lideri Salih Müslim'in “Türkiye'nin 26 uçakla bu düzeyde bir saldırı yapacağını beklemiyorduk” açıklaması bu şaşkınlığı gösteriyordu.

Benzer bir şaşkınlığı “Çukur rezaletinde” de görmüştük. PKK yöneticileri “Bu yoğunlukta bir saldırı beklemiyorduk” demişti.

Şehirler harap olmuş, çocuk yaşta Kürt gençlerinin ellerine silah tutuşturulmuş, PKK'ye katıldıktan sonra direksiyonu ellerine alan Türk Solunun “Devrimci halk savaşı” fantezisine 8 bin genç kurban edilmişti.

Kandil'in baronları her şey bittikten sonra açıklama yapmıştı:

Karayılan, "Şehirlerde bu düzeyde bir savaş yaşanmasına gerek yoktu" demişti.

FETÖ'yle, Amerika'yla, Rusya'yla, Almanya'yla beraber hareket ederseniz,

Her oyunda figüran,

Her planın kullanışlı elemanı olursanız,

Aklınız sürekli başkasına emanet olursa,

Hep beklemedikleriniz ile karşılaşırsınız.

BÜTÜN HAFTALAR, GÜNLER, AYLAR RESULULLAH'A FEDA OLSUN!

İftiracıların iftiraları, zihniyetleri vıcık vıcık çamur olanların çamur atmaları devam ederken Muhammedi Sevda kervanı da yoluna devam ediyor.

Her sene daha da artarak, daha bir coşkuyla Aziz Peygamber'in adı zikrediliyor, mesajı anlatılıyor, Müslümanlar için ortak paydanın ne olduğu yeniden yeniden ortaya çıkıyor.

İftiraya, yalana, ikiyüzlü davranışlara en güzel cevaplardan birini Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez verdi. Konuşmasından bir bölümü alalım ve sözlerimizi sonra söyleyelim diyoruz:

Kutlu Doğum 27 Nisan bildirisinin en baş konusu oldu. Kutlu Doğum aynı zamanda iktidardaki siyasi partinin kapatılma gerekçeleri arasında üç sayfayı işgal etti.

Üzülerek belirtmek istiyorum. Bu sefer biz bunun yalan, iftira, buhtan olduğu ortaya çıktıktan sonra ‘bidattir, hurafedir' dediler. Gırtlağa kadar bidat ve hurafeye batmış düşünce, düşünceler tarafından bunun ifade edilmiş olması ise çok daha üzücüdür. Yahu bu milletin çocuklarına Resulü Ekrem'in hayatını ilkokullardan üniversitelere kadar siyer kitaplarını okutmak, siyer yarışmaları düzenlemek, nal-i şerif yarışmaları düzenlemek ve Resulü Ekrem'in El-Emin vasfını anlatmak hangi düşünceye göre bidat ve hurafe olarak değerlendirilir. Bu kabul edilebilir mi? Bir önceki iftirayı ispat etmek içinde 20 sene önce bazı yerlerde bizim hiç birimizin dahili olmadığı programların fotoğraflarını koyarak ve bu nezih toplantıların hepsini sanki o kötü programlar ile topluma takdim edildiğini anlatmaya çalıştılar.

İyi niyete sahip olduklarına inandıklarım bazı kardeşlerimiz de sosyal medyada ‘Peki, bunu niye güneş takvimine göre yapıyorsunuz da ay takvimine göre yapmıyorsunuz' dediler. Onda da ben dedim ki, Bütün haftalar, günler, aylar Resulullah'a feda olsun. Nisan da rebiyülevvel de Allah'ın ayıdır. O zaman gelin her gün biz bunu yapalım. Elbette biz bunu Resulü Ekrem'in hicri dördüncü asırdan itibaren başlayan Mevlid-i Şerif geleneğini iddia ederek onun yerine ihdas etmiş değiliz. Bunu tamamen onun bir mütemmimi olarak anmaktan anlamaya dönüştürerek yapıyoruz.

Evet, ortada ciddi bir şekilde kirli bilgi ile zihinleri kirletme gayreti var.

27 Nisan e muhtırasının sebeplerinden biri Kutlu doğum programlarıydı. Demek ki, Kemalist laik ulusalcı kesim bu programlardan rahatsız. Öyle ya küçücük çocukları zorla getirip Atatürk için hüzünlü şiirler okutan zihniyetin Aziz Peygambere olan sevgiye tepki duyması son derece normaldi.

Neden “Hicri değil” diyenlere basından güzel cevaplar verildi. Mesela bunu diyenler “İstanbul'un fethi” için neden 29 Mayıs'ta ısrar etmiyorlar? Osmanlı Döneminde Miladi takvim mi yürürlükteydi? Kaldı ki, Kutlu Doğum programları “Mevlid Kandili”ne alternatif değil ki!

Mehmet Görmez çok güzel bir cevap vermiş bunu diyenler:

“Bütün haftalar, günler, aylar Resulullah'a feda olsun. Nisan da rebiyülevvel de Allah'ın ayıdır. O zaman gelin her gün biz bunu yapalım.”

Peygamber Sevdalıları şimdilik bunu üç aya yaymış durumda; ama Allah'ın izniyle Kutlu Sevda bir mevsimde de sıkışıp kalmayacak, bütün seneyi dolduracaktır. M. Göktaş Hocamın dediği gibi rehin alınmış, işgal edilmiş tüm gün ve aylarımızı Allah'ın izniyle kurtaracağız.