Mehmet Yakup Yılmaz, Yalım Eralp`ten naklediyor:
“Bir sabah Sevinç Hanım telefon etti. İsmet Paşa acele bakanlığa gelmek istiyordu. Ben de o zaman Müsteşar Orhan Eralp`in özel kalemiydim. Bakanlık alarma geçti. Paşa`yı girişte ben karşıladım. Orhan Bey`in yanına çıkardım. Paşa içeri girdikten 15 dakika sonra çıktı. Orhan Bey`e ‘Hangi meseleyle ilgili gelmiş` diye sordum. Orhan Bey, kahkahalarla gülüyordu. ‘Ne oldu efendim?` dedim. Paşa bir süre önce göz muayenesi için Paris`e gitmiş, sonra Atina`ya uğramıştı. Parası yetmemiş, Paris Büyükelçisi Hasan Işık`tan önemsiz miktarda borç almış. Paşa o parayı getirmiş, kuryeyle Paris`e yollanmasını istiyordu.”
Bir değerlendirme yapmadan önce 2 Kasım 2007 tarihli Sabah Gazetesinde Barış Erdoğan imzalı yazıdan kısa bir alıntı:
“Ankara Gazi Lisesi'ni bitiren Erdal İnönü, üniversitede fizik okumaya karar verdi. Ankara'da Fen Fakültesi olmadığı için o da İstanbul'da okuyacaktı. Oğlunun hasretine dayanamayan Mevhibe Hanım için İsmet Paşa radikal bir karar alarak o yıl Ankara'da bir Fen Fakültesi kurdurttu. Bunu üzerine muhalifler hemen "Cumhurbaşkanı oğlu için fakülte açtırdı" söylentilerini çıkardı. Erdal İnönü, yıllar sonra kendisine bu konuda yöneltilen bir soruya "Cumhurbaşkanı oğluna özel bir elbise yapılmadı ki!" diye yanıt verecekti, "Fizik, kimya okumak isteyen herkesin yararlanacağı bir fakülte kuruldu. Oradan çok önemli mühendisler, bilim adamları çıktı. Fakülte kurulmasına ben neden olduysam, bundan iftihar etmem gerekir."
Evet, oğlu Erdal okusun diye devlet parasıyla üniversite açtıran “Milli Şef”, parasızlıktan borç alıp muayene parası ödemiş.
Başbakan Binali Yıldırım`ın veciz ifadesiyle, “Yersen”…
Aslında bu olaydaki çelişki bununla da sınırlı değil.
İddialara göre “Beni Türk hekimlerine emanet edin” demişti Atatürk; ama demek ki İsmet Bey aynı fikirde değildi.
“Göz muayenesi için Paris`e gitmiş.” Dikkat buyurun “Göz tedavisi” ya da “Göz ameliyatı” için değil, muayene için…
Bir de Paris malum, tekin bir yer değil.
Dinden bihaber olduğu dönemde Paris`e eğitim için giden Necip Fazıl Kısakürek, elindeki tüm parayı kumar masasında kaybetmişti.
Tabii meseleyi aktaran Yalım Eralp de, Mehmet Yakup Yılmaz da İsmet İnönü`nün hizmet etmekten servet yapmaya imkân bulamadığını ya da vatan millet aşkıyla servet yapmanın gereksiz olduğunu düşündüğünü söylemeye gayret ediyorlar.
Ama öyle mi?
Mehmet Hakan Sağlam, İnönü`nün evi için sabunu ve bilardo takımını resmi yazıyla Londra ve Paris`ten istediğini söylüyor ve resmi yazışmaları veriyor.
Ve altından traş takımı meselesi…
Evet, yine M. H. Sağlam, resmi yazışmalardan yola çıkarak “Milli Şef” için 400 altın liraya alınan tıraş takımından söz ediyor. Ve sıkı durun traş takımı için ödenen bedelin günümüzdeki karşılığının 400 bin TL (eski parayla 400 milyar) olduğunu söylüyor.
Sadece bu da değil!
İsmet İnönü'nün çocuklarının İstanbul'da üniversitede okurken yurt olarak Dolmabahçe Sarayı'nı kullandıklarını söylüyor araştırmacı Said Alpsoy.
Evet, Mehmet Yakup Yılmaz, sen bu aktardıklarımdan bir şey anladın mı?
Anlamadıysan şöyle söyleyeyim.
Eskiler ne yapmışsa vatan millet aşkına yapmış.
CUMHURBAŞKANLIĞI VE PADİŞAHLIK
İsmet İnönü 11 Eylül 1957 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi oturumunda paranın üzerine resmini bastırmasına yönelik yapılan eleştirilere cevap verdi. Tabii yanıt verirken günümüzde cumhurbaşkanlığı sistemini eleştiren CHP`lilere de cevap vermiş oluyor:
“Bir de pulda ve parada resim meselesi vardır. Her partici bunu benim Atatürk`le münasebetim için kullanmak ister. Bu bir nazariye (teori) meselesidir. Nazariye şudur:
Bir devlette sikke ve pul Devlet Reisinin adına basılır. Böyle devletler vardır. Bu usulü takip etmeyen devletler de vardır. Biz bu usulü takip eden devletler arasında idik. İmparatorlukta para, pul Padişah namına basılırdı.
Cumhuriyeti kurduğumuz zaman halk tarafından Cumhurbaşkanı Padişahtan daha az kudretli bir adam zannedilirdi. Atatürk ile bu mevzuda hassastık. Milletin reyi ile başa geçmiş Cumhur Reisinin, eski hükümdarın Devlet başı olarak haiz olduğu bütün haklara malik olduğunu hukukta ve şekilde göstermek lazımdı. Atatürk bu fikirde idi. Onun içindir ki, kendisi hayatta olduğu halde paraya da pula da resmini bastık. Eğer sağ olan adamın paraya, pula resmini basmamak, adını yazmamak Cumhuriyette adet olsaydı Atatürk zamanında da ölülerden, pullarımıza, paralarımıza resmini basacak, ismini yazacak hesapsız ad bulunurdu. Bugün de kanaatimiz budur.”
Demek ki ne imiş?
Devlet başkanı ve padişah aynı haklara malik olmalıymış!
Atatürk de bu fikirde imiş!
O zaman bu Atatürkçüyüm diyen taifenin yok “tek adamlık”mış, yok “padişahlık”mış, bundan dolayı da Atatürk olsaymış “hayır” dermiş türü sözlerinin bir kıymet-i harbiyesi yoktur.