SİYASET GEMİSİ
BAYKAL VE İLKESEL TEPKİ
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, “Bu kadar yetkiyi peygambere versen peygamberi bozarsın” diyen CHP`li vekil Deniz Baykal`a şu yanıtı verdi: “Dün birisi saçmalamış, ‘Peygamberi azdırır` diye. Sapık ne dediğini de bilmiyor herhalde. Peygamberliğin hangi makam olduğunu da bilmiyor herhalde.”
Özhaseki tepkisini dile getirmiş; ama keşke bu tepki ilkesel bir tepki olsaydı.
Maalesef öyle değil.
Mesela benzer bir sözü bir Ak Partili söylediğinde aynı tepkiyi verebiliyor mu Özhaseki?
Arslan Bulut bir örnek vermiş:
“AKP Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı Eser, istifa etmesine yol açan "Tayyip Erdoğan ikinci peygamberdir" sözlerini söylediğinde sustunuz, şimdi Baykal samimiyetle "Bu kadar yetki peygamberi bile bozar" dedi diye halka şikâyette bulunuyorsunuz?”
Dünya görüşü açısından kesinlikle yan yana gelemeyeceğimiz Arslan Bulut gibi biri söylediklerinde haksız mı?
Neden Egemen Bağış`ın “Bakara-makara” rezaletine ciddi bir tepki yükselmedi parti içerisinden?
Tepkilerde ilkesel davranmak ve her halükarda haksıza karşı çıkmak son derece önemlidir.
Amerika`nın cami katliamını da buna örnek gösterebiliriz.
DEAŞ katil, Esad katil; ama Amerika “yanlışlık yaptık” deyince sesimizi keseceğiz öyle mi?
Son iki yüz yılın en büyük katilidir Amerika ve camide namaz kılanları bombalaması sadece son cürmünü teşkil ediyor.
Amerikan bombardımanı bir cephe savaşı değil net bir “terör saldırısı”dır! Ve Doğruhaber Gazetesinin manşetinde belirtildiği gibi “Tüm teröristler cami vurur.”
Gerçekten teröriste “terörist” diyebildiğiniz gün, sapığa “sapık” demeniz de bir anlam kazanır.
BÜYÜK KONUŞMA!
AK Parti Milletvekili Burhan Kuzu, yine boyunu aşan iddialı laflar etmiş. Ahmet Necdet Sezer'in yeni sistemde aday gösterilmesini isteyen Kuzu, "Yüzde 8'i geçerse ben bu memleketi terk ederim." iddiasında bulunmuş.
Terk edip nereye gideceğini sormuyoruz, çünkü inanın bana verecek bir cevabı yoktur.
Hukukçuluğundan bir şey anlamadığımız Kuzu`nun, tarihe girip Şeyh Said ve lozan bağlantısı üzerinden saçmalaması sonrası nerede karar kılacağını merak ediyorduk.
Hazret bu kez de sosyolojide karar kılmış olmalı ki, seçmen tutumundan yola çıkarak büyük laflar ediyor.
Daha önce de gazeteci Emin Çölaşan, "Paradan 6 sıfır atılırsa Taksim'de eşşek gibi anırırım" demişti de paradan altı sıfır atıldıktan sonra ‘Taksim`de eşşek gibi anırma` konusuyla ilgili tüm davetleri geri çevirmişti.
Engin Ardıç da “Eğer Obama ABD`ye başkan olursa “Taksim`de eşek gibi anıracağı” sözünü vermişti. Obama`nın görev süresi doldu, bir daha seçildi, süresi yine doldu; ama sonuç malumunuz…
Büyük konuşmamak lazım!
O yüzden de tavsiyemiz kuzu kuzu otur da seçim sonuçlarını bekle. İnan bu tip sözlerin sadece rakiplerinin işine yarıyor.
AYDINLANMA SOFRASI VE REFERANDUM
Bir internet sitesinde (odatv) şöyle bir haber başlığı görünce yine Atatürk eksenli bir yazı derleyeyim istedim. İnternet sitesi Çanakkale savaşının yıldönümünde TSK`yı eleştirmiş ve şöyle bir haber başlığı kullanmış: “TSK'dan Atatürk'süz Çanakkale afişi”
Daha önce de Soner Yalçın, referandumda Atatürk`ün görüşünün “hayır” olduğunu iddia etmişti.
Soner Yalçın`dan bir alıntı yapalım önce:
“Tarih: 30 Haziran 1930.
Atatürk, Yalova'ya gitti.
Her daim yaptığı gibi yanında iki cephane sandığına koydurduğu kitapları vardı.
Sık sık denize girdi
Çıktığında Türk kahvesini içti; sigarasını tüttürdü.
Kitap okudu.
Akşamları ise “aydınlanma sofrası” kurdu.”
“Atatürk tek parti rejiminden rahatsızdı.
1930 yılındaki Yalova'daki sofrasında günlerce bu konu tartışıldı.
Konuşulanları özetleyeyim:
– Bu vaziyetin devamında mühim sakıncalar vardır. Meclis yalnız bir parti mensuplarından olunca, o partinin iktidar mevkiinde tuttuğu hükümetin icraatları kâfi derecede münakaşa ve tenkit edilmiyor.
– Keza Reisicumhur, tenkitsiz tatbike alışabilir. Bu hal adet haline gelebilir. Çünkü az tenkitli veya tenkitsiz iş görmek, her hareketi tenkit göreceğini düşünerek hareket etmekten daha kolaydır. Zamanla bu vaziyetin nasıl bir şekil alacağını kestirmek de güçtür.”
Atatürk`ün sofrasına “aydınlanma sofrası” diyor Soner Yalçın. Gerçekten öyle mi?
Başkalarının da görüşlerini alalım istedik ve iki alıntı yaptık bu konuda.
Ünlü gurme Mehmet Yaşin`den bir alıntı:
“Akşam sofrası, Atatürk”ün hoş geldin konuşması ve kadeh kaldırması ile başlıyordu. En sevdiği içki, meşe fıçıda hafif sararıncaya kadar dinlendirilmiş rakıydı. Bu rakı onun için özel olarak damıtılırdı. Rakıyı yudum yudum keyfini çıkara çıkara içerdi. Masada sohbet etmeyi çok severdi. Bir seferinde masada bulunanlardan birine, rakının en iyi mezesini sormuştu. Konuk, onun leblebiye olan düşkünlüğünü bildiği için tereddüt etmeden, “Sarı leblebi” demişti. Atatürk ise gülümseyerek, “Bilemedin, rakının en iyi mezesi sohbettir” diye yanıtlamıştı.”
“Akşam sofrası, genellikle gece yarısının ilerleyen saatlerinde son bulurdu. Bazen günün ilk ışıklarına kadar sürdüğü de olurdu. Sabah sona eren akşam sofrasından kalkarken, ” Arkadaşlar, hükümet uyandı hadi biz artık yatalım” dediği rivayet olunur.”
Atatürk ve arkadaşlarının sabahlara kadar “rakı” ve diğer içkiler eşliğinde “Aydınlanma sofrasında” siyasi ve kültürel meseleleri konuştukları anlaşılıyor. Soner Yalçın, Atatürk`ün sözünü dikkatle bir daha okusun. Aydınlanma sofralarında asıl olan rakıdır, sohbet onun mezesi…
İkinci alıntı “Atatürk`ün uşağıydım” kitabında hatıralarını anlatan Cemal Granda`dan…
“Atatürk`ün rakı ile olan muhabbeti bilinir. Türk geleneksel siyasetçileri gibi ne içtiğini ne yediğini saklamıştır kamuoyunda. Bu konuda hiç ikiyüzlü olmamıştı.
Atatürk`ün rakı sofrası bir anlamda devletin tartışma merkezi gibiydi. Birçok konu o masada enine boyuna tartışılırdı.
Atatürk rakıyı, yeni bir yaşam tarzının öncüsü olarak zaman zaman uluorta da içerdi…”
Alıntıları okuduktan sonra Soner Yalçın ve kimi arkadaşlarının da sık sık bu tür “Aydınlanma sofralarında” buluştukları ve memleketin önemli meselelerini konuştukları kanaati hasıl oldu bizde. Nitekim Yalçın`ın yazdığı gazete okuyucularına ‘Oy kullanmaya giderken beyinlerini de yanlarına almalarını” tavsiye etmişti.
Soner Yalçın`ın “aydınlanma sofrası” ifadesine o kadar takıldık ki, diğer konulara girmeyi neredeyse unuttuk.
Neyse, bu konuda cevabımızı da Engin Ardıç versin:
“Atatürk devrimler için halka danışsaydı, yani referanduma gitseydi, kaçta kaç evet oyu alabilirdi? Atatürk egemenliği görünürde millete, ama aslında bürokrasiye mi vermiştir yoksa? Denilecektir ki, başka türlü yapılamazdı… Tamam. Ama neyin ne olduğunu bilin de öyle konuşun. Atatürk egemenliği halka mı vermişti? Egemenlik halka verilmiştir de, daha cumhuriyetin ikinci yılında, iktidar partisi dışında bütün partiler niçin yasaklanmıştır? Gazeteler niçin kapatılmıştır? Egemenlik halkındır da, tek parti diktası aralıksız yirmi yıl niçin sürmüştür”