Muharrem İnce (CHP milletvekili): "Esad,'Türkiye'de 3,5 milyon Suriyeli var, ben de gelip İstanbul'da miting yapmak istiyorum.' derse ne olacak? Rauf Denktaş'a ne demişti Sayın Erdoğan? 'Türkiye'de gelip konuşma, git kendi ülkende siyaset yap' demişti. Ben yasak koysunlar demiyorum ki, bunlar da bilinsin istiyorum."
Muharrem Bey elmalarla armutları birbirine karıştırıyor.
3,5 milyon Suriyeli Türkiye`ye çalışmaya gelmedi beyefendi, Esad`ın katliamlarından kaçtı.
Diyeceksin ki, “Almanya`ya gidenlerin içinde de Türkiye`den kaçanlar var!”
Almanya`nın Türkiye`den işçi talep etmesini, ilk gidenleri çiçeklerle karşılamasını ve çalışmaya gidenler ile kaçanların oranlarını hatırlatmadan, dediğin üzerinden devam edersek…
Doğru, bu da var; ama bu durum Almanya`nın referandumda bir tarafa imkân tanıyıp diğerine baskı uygulamasını meşrulaştırmaz.
Gelelim Denktaş meselesine…
Denktaş, Türkiye`ye seçim konuşması için gelmiyordu ki; ulusalcılara destek vermek için geliyordu.
İzmir Barosu: “Eğer Adem 'hayır' diyebilseydi, hepimiz cennette olabilirdik"
“Hayır” propagandasına destek verirken iğrenç bir görüntü, rezil bir örnekleme…
Çıplak Adem ile Havva figürü, elma ve yılan…
Siyaset yaparken bile derin bir kültür fukaralığı, çelişki ve hakaret…
Açayım biraz.
İzmir Barosu, Yahudi kültüründen yola çıkarak, Havva`nın, yasak meyveyi Adem`e yedirdiğini, Adem`i kandırdığını söylüyor. Kadını aşağılayan Yahudi metinlerinin taşıyıcılığını yapıyor “çok çağdaş” İzmir barosu!
Kur`an ise, Havva`nın Adem`i kandırdığı iddiasının aksine, Şeytanın kandırmasıyla Adem ve Havva`nın bu ağaçtan (yasak meyve) yediklerinden söz eder; ama zihni “Evrensel hukuk” teraneleriyle uyuşmuş baro böyle bir şeyden habersizdir.
Hem kadını aşağılıyorlar.
Hem dini siyasete alet ediyorlar (Yahudilik dinini)
Hem de hâlihazırdaki durumu “cennet” olarak tanımlayıp daha önce söyledikleri şeyleri (otokratik rejim, diktatör, baskıcı) yutuveriyorlar.
Hâlihazırdaki durum yani Erdoğan`ın Cumhurbaşkanı, Binali Yıldırım`ın Başbakan olduğu OHAL kapsamında operasyon ve tutuklamaların olduğu mevcut durum.
Nereden baksan çelişki, nereden baksan…
İsmail Saymaz (Gazeteci): "PKK'dan 13 yıl yatmış adam, "evet dışındaki yollar bölünmeye çıkar" diye yazıyor. Milli güvenlik dersini, eski pkk hükümlüsünden alıyoruz"
İsmail Saymaz`ın “PKK`dan 13 yıl yatmış adam” dediği kişi Kurtuluş Tayiz`dir.
Bir dönem Taraf Gazetesi yazarlığı yapan ve bazıları tarafından “PKK itirafçısı” olarak suçlanan bir isimdir Kurtuluş Tayiz.
Hani o Kandil ve HDP karşısında Öcalan`ı savunan adam var ya, işte o!
Bakın Şubat 2015`te bir yazıda ne diyor Tayiz:
“Kandil ve HDP cephesindeki direnç sürerse, haliyle bu artık "direnme"den çıkıp karşıt bir tutuma dönüşecektir ki, bunun adına "darbe" demek elbette yanlış olmaz. Ancak ben, Kandil ve HDP'nin Öcalan'a daha fazla direnemeyeceğini ve Öcalan'ın çağrısına üç aşağı beş yukarı uymak zorunda kalacaklarını düşünenlerdenim. Kandil önce direnip, sonra da Öcalan'ın arkasından dolanmayı tercih edecektir. Çünkü Kandil'in arkasında halk desteği yok; halk desteği Öcalan'dan yana. Örgüt tabanının kendilerini desteklediğinden emin olsalardı Apo'ya bir değil, en az on kez darbe yapmışlardı.”
Tayiz`in hiçbir dediği çıkmadı tabi.
Kandil, Öcalan`ın “silahı bırakma” çağrısına uymadı, HDP bunu vurgulamadı. Çünkü Öcalan aslında silah bırakma çağrısı yapmamış, zaman kazanma hareketleri ile örgütünü bölgesel bir güç haline getirme hesabı yapmıştı.
Ve “13 yıl PKK`dan yatmış adam” hangi yüzle “bölünme tehlikesi”nden söz ediyor, anlamak zor.
Abdurrahman Kurt (Ak Parti eski Diyarbakır milletvekili): “Öcalan, sürekli askere mesaj göndererek, 'Bu ülkede hiçbir zaman bir siyasi muktedir olamayacak. Bu ülkede sadece muktedir olan askerlerdir.' diyordu. Öcalan'ın 'Biz onlarla (askerle) savaşıyoruz. Barışacaksak onlarla barışacağız' diye bir tezi vardır. Öcalan askerlere devamlı, 'Bizi ciddiye almıyorsunuz, biz buradan gidersek, Kürtler şeriatçıdır, bu Kürdistan'a şeriatçılar gelir` diyordu.”
Bu sözler ilginç; ama çok da bilinmeyen şeyler değil.
Bu siyasetin geçmişi bu örneklerle doludur. Alın size birkaç örnek:
Hasip Kaplan: "Doğu ve Güneydoğu'da demokratik bir parti olarak laikliğin sigortasıyız."
Pervin Buldan: "Türk Silâhlı Kuvvetleri ile bizi karşı karşıya getirmek istiyorlar. Büyükanıt, partimizin adını bile anmak istemiyor ama, irtica ve laiklikle ilgili konularda fikirlerimiz tamamen örtüşüyor."
Özdal Üçer: "Laiklik için veryansın eden Genelkurmay değil miydi? Biz bölgede aynı şeyleri savunuyoruz. Bize cephe almasınlar, zira biz de onlar gibi laikliğin savunucusuyuz.”
Yine mesela “ılımlı ve makul” diye pazarlanan Ahmet Türk`ün 2009`un Temmuz ayında İstanbul/Aksaray`daki konuşmasında sarf ettiği şu sözleri zihniyeti tam olarak yansıtıyor: "Eğer çözüm istiyorsanız, bu arkadaşlarımızı tahliye etmelisiniz. Laik, demokratik sistemi esas olan Kürt sorunun çözümünü Türkiye'nin bütünlüğü içinde savunanlara sırt dönerseniz, Kürtlerin Hamas'ı çıkacak. O zaman bu sorunda yeni bir noktaya gelinecek.”
Aslında bunlara bakıp Suriye`de yaşananlar konusunda da sağlıklı sonuçlara ulaşılabilir. Şöyle ki:
Türkiye`de askeri vesayet zayıflayınca ve siyasi arenadaki “laik muhataplar” da başarılı olamayınca PKK siyaseti “laik ve işbirlikçi” yüzünü Batılı ülkelere daha fazla gösterme yoluna gitti. Suriye`de ne olursa olsun “Laik” bir yönetime taraf olan Amerika, Rusya, Avrupa ve Esad için PKK`den daha iyi bir “ortak kullanım aracı” bulunamazdı. Birbirine rakip olan tüm “laik güçlerin” PKK konusunda hemfikir olması da sadece onun keskin laik yüzüdür.
Save The Children (İngiltere merkezli ‘Çocukları koruyun` adlı Kurum): “Suriyeli çocukların ruh sağlığı giderek bozuluyor.”
İnsani bir tepki; ama anlamsız!
Suriye`de çocuk kalmadı ki!
Ya insanlıktan nasibini almamış yaratıkların attığı bombalardan dolayı öldürüldüler ya da küçük yaşta büyüdüler.