DÖRT PARÇA

HÜDA PAR’ın hedefe alındığı ve tümüyle mesnetsiz iddiaların yer aldığı yazıda herhalde konuya “derinlik” katmak için olsa gerek biraz geçmişe gidilmeye çalışılmış ve özenli bir şekilde dini değerler aşağılanarak “ihanet ve işbirliği” gibi kelimelerle beraber zikredilmiş. Aynı zihniyet ürünü başka yazılara baktığımızda neredeyse tümünün “kopyala-yapıştır” şeklinde kaynak zikretmeden birbirinden alıntılar şeklinde olduğunu gördük. Bu “ilmi derinlikten” yoksun yazıların yaftalama ve suçlamanın en kolay yolu olan “genellemelere” sık sık başvurduğunu fark ettik.

Bu yazıda da daha girişte aynı usul kullanılmış:

“Kürt ve Kurdistan toplumu, aynı inanca sahip dört işgalci devletin sömürgeci politikaları nedeniyle, özellikle de “din-ümmet kardeşliği” söylemini, ihanet ve işbirliğinin geliştirilmesinde etkili bir tarzda kullanan bu devletler, kendi ulus devletlerini kurarken, ezici çoğunluğu Müslüman olan Kürtlere karşı imha ve inkar temelinde yaklaşmış, Kürtleri ve Kürdistan’ı kendi aralarında paylaşarak 4 parçaya bölmüşlerdir.”

Bir paragrafta o kadar çok çelişki barındırıyor ki, insan hangisinden başlayayım diye düşünmeden edemiyor.

Adım adım gidelim…

-Kürdistan’ı dört parçaya bölenler bu dört devlet değil, bölgeyi işgal edip sınırları belirleyen İngilizler ve Fransızlardır. Keza “ulus devletleri” kurduranlar da onlardır. Yani PKK kafası daha ilk düğmeyi yanlış iliklemiş.

-Dört devlet de Kürdistan konusuna “din-ümmet kardeşliği” penceresinden bakmamış, ulusal çıkarlarını önceleyerek konuyu değerlendirmiştir. Kaldı ki eğer bu konuda “din-ümmet kardeşliği” kullanılmışsa da bu İslam değil, İslami değerlerin İslam dışı dünya görüşleri için kullanılmasından kaynaklanmıştır.

-Dört devletten biri Amerikan müttefiki, laik, Kemalist ve dini sosyal hayattan dışlamasıyla bilinen bir rejime sahip. İkisi, sosyalist Arap milliyetçiliği ideolojisine inanmış rejimler. Biri “mezhep esaslı” İslam Cumhuriyeti. Peki nerede kaldı “din-ümmet kardeşliğini” kullanan dört işgalci devlet?

İNANÇ ÇEVRELERİNE DOST AMA İSLAM’A DÜŞMAN

PKK’nin “isimsiz” kalemi tüm yaşanmışlıkları, kayıtları ve şahitlikleri göz ardı ederek PKK’nin hiçbir zaman “inanç çevreleriyle bir çatışma moduna girmediğini” iddia ediyor ki bu iddia fazla komik kaçıyor. Her zaman sosyalist ve milliyetçi Kürdi gruplarla çatışma için bahane aramış ve yüzlerce infaza imza atmış bir hareketin Enver Hocacı mantığa ve Stalinist hareket tarzına sahip olmasına rağmen İslami gruplara tahammül etmesine imkan yoktu.

İddiaları okumaya devam edelim…

 “Dikkat edilirse, 70’li yıllardan itibaren Kurdistan’da İslam orjinli çalışma yürüten onlarca oluşum, tarikat vb. söz konusudur. Devlet her ne kadar bunlarla ilişki içinde olup kimilerine bazı roller yüklemişse de bunları kendi halkına karşı silah kullanan bir noktaya getirememiş ya da buna ihtiyaç duymamış ve farklı bir misyonla ele almıştır. Hatta bazı oluşumlara ciddi engeller çıkararak onları baskılayarak sınırlayan bir noktadan hareket etmiştir. Önemle üzerinde durularak değerlendirilmesi gereken diğer bir nokta da İslam adına faaliyet yürüten hiç bir grubun PKK tarafından “baskılanıyor- engelleniyoruz” diyerek silaha sarılmamış olmalarıdır. Çünkü Kurdistan Özgürlük Hareketi hiç bir zaman inanç çevreleriyle çatışma moduna girmemiş, tam tersine inanç çevrelerini de Kurdistan devrim mücadelesinin bir alanı olarak görerek öyle yaklaşmıştır.”

Arada bir atıf yapacağımız “Savunmalar” isimli, Hizbullah Ana Davası'nın mahkeme savunmalarından kitaplaştırılan eserde bu konuda şöyle şeyler anlatılıyor:

“PKK’nin Kur’an–ı Kerim’e, Arapça’ya ve İslamî ilimlerin öğrenilmesine olan düşmanlığı, sadece zamanın konjonktürü gereği yapılan ya da fikri alt yapılarından kaynaklanan bir durum değildi. Onlar; dinini–diyanetini hakkıyla öğrenmiş olan bir Müslüman’ın kendilerine yandaş olmayacağını ve destek vermeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Vasat bir şekilde İslamî yükümlülüklerini yerine getiren Müslümanların onlara mesafeli davrandıkları, mücadelelerine soğuk baktıkları, icraatlarını tasvip etmedikleri bilinen bir gerçekti. Daha da önemlisi, İslamî bilincin, PKK’nin dayatmaya çalıştığı ideolojinin ve ulaşmaya çalıştıkları hedefin önündeki en büyük engel olduğu gerçeği, PKK yöneticilerini ürkütüyor ve uykularını kaçırıyordu. Bu yüzden de PKK, İslam’ın bir bütün olarak Kürdistan bölgesinden çıkarılması ve Kürd halkının arasından tamamen kaldırılması için yapılabilecek ne varsa, yapmaktan çekinmedi.

Bu sapık ve dinsiz anlayış, onların, bütün dini kurumları ve dinin temsilcileri olan insanları hedef yapmalarına neden oldu. 90’lı yıllara gelindiğinde; Kur’an–ı Kerim dersleri, PKK’nin vahşi saldırıları yüzünden sekteye uğradı. PKK; köy köy dolaşarak çocukları Arapça okuyan, medreselere giden, İslamî ilimleri tedris eden aileleri tehdit etti. Sadece çocuklar ve aileleri değil, aynı zamanda ders veren Seydalar da bu tehditlerin kapsamı içindeydi. Baskı ve tehditlerin fayda vermediği kimi yerlerde medreseler basılarak ya öğrenciler ya da ders veren seydaları şehid ediyorlardı.” (age, 220)

Kitapta, imamlara ve çarşaf giyen kadınlara yönelik baskılardan da söz ediliyor ve ya PKK’nin dediklerinin yapılması ya da köyün terk edilmesinin istendiği belirtiliyor.

Somut örnekler veriliyor:

“Siirt’e bağlı Mıwêlê köyünde Molla Reşid adında bir imam yaşıyordu. Bu imam, bütün din adamları gibi İslam’ın tesettür emrine karşı son derece hassas ve tavizsiz davranıyordu. Hanımı evin dışında çarşafını giyer ve yüzünün görülmemesi için peçesini takardı. PKK, bu durumu hazmedemediği için Molla Reşid’in tutumunu değiştirmesi ve hanımının çarşaf ve peçesini çıkarması için değişik metotlarla tehditler sıraladı. PKK, bu tehditlerin hiçbirisine kulak asmayıp tutumunda taviz vermemekte kararlı olan Molla Reşid’e ne dinsiz Rusların, ne de Yahudilerin yapmayacağı şeyi yaptı. Köye baskın yapan PKK, bütün köylüleri bir meydanda topladı. Sonra Molla Reşid’in hanımının peçesini zorla açtırıp köylülerin hepsinin ona bakarak geçmesini istedi. Bölgede benzeri yaşanmış onlarca misalden sadece biri olan bu örnek, PKK’nin dine, İslamî değerlere, İslam’ı hatırlatan bütün sembollere, ahlaki değerlere karşı düşmanlığının ve giriştiği savaşın boyutlarını gözler önüne sermektedir.” (age,222)

Bu yapılanlar tehdit ve aşağılama sınırlarında kalmadı elbette. PKK, sol hareketlerde klasikleştiği gibi güçlendiğine iyice kanaat edince şiddetin dozunu da artırdı. Camilere yönelik fiili saldırılar yapıldı ve camilerde Kur’an dersi alıp veren gençler dövüldü. Bazı köylerde ise tehditlere boyun eğmeyen kimi imamlar ve İslami kimliğiyle bilinen şahsiyetler katledildi.

Şu ayrıntıyı özellikle belirtmek gerekir. “Savunmalar” kitabında bazı isimler geçmesine rağmen bu konuda bizzat PKK’den ya da ona müzahir medya ve siyaset çevrelerinden bu konuda bir yalanlama açıklaması söz konusu değildir. Bazı isimler halen yaşamaktadır ve PKK çizgisinde siyaset yapmaya devam etmektedirler.

Devam edecek…