Muhalefet cephesinde vuruşma oldukça sert geçiyor.

Kılıçdaroğlu, isim vermeden, “Kalemini satan ve onurlu davranmayan bir anlamda kendisini yargıç yerine koyan gazetecinin gazeteciliğini sorgulamak benim görevimdir” demişti.

Yarası olan gocundu ve ses Fatih Altaylı’dan çıktı.

“İftiradan daha büyük terbiyesizlik var mı; senin beceriksizliğin bizim geleceğimizi etkiliyor!”

Evet, iftiradan daha büyük bir terbiyesizlik yok! Altaylı doğru söylüyor.

Tabii bunu söylerken kendisinin örtülü kadınlara attığı iftiraları hatırlamıyor.

Bu arada “senin beceriksizliğin bizim geleceğimizi etkiliyor” derken de haklı.

Habertürk’ten sonra hiçbir platforma yanaşamayacağını biliyordu. Eğer Kılıçdaroğlu kazansaydı “çok ısrar ettiler kıramadım” diyecek ve bir medya grubuna yönetici olarak kapağı atacaktı.

Şimdi “geleceği pek de parlak görünmüyor” Fatih’in.

Aslında yaşanan hayal kırıklığının oluşmasında CHP tabanına “kazanıyoruz” mesajı verdiği için kendisi de sorumlu; ama işte işin kolayına kaçıyor ve bir “beceriksiz” bulup sorumluluğu ona yıkmak istiyor.

Bir de şu var ki gözden kaçırmamak lazım.

Kılıçdaroğlu kazanamadı; ama bu kadar benzemezi yan yana getirmek, bu kadar trip ve kibre katlanabilmek az başarı değil.

Altaylı, azıcık farklı düşündüğü kişilere bile tahammül edemeyen biri iken, CHP içindeki hizip ve klikleri idare eden, masayı bir arada tutan Kılıçdaroğlu’na “beceriksiz” diyor.

Bir de yazılarının sonuna “ne zaman adam oluruz” yazması yok mu?...

Devam edelim…

Ve Altaylı’dan “itiraf” gibi bir açıklama:

“12 seçim üst üste başarısız olmuş bir parti yönetiminin değişmesini istemek, seçim kaybetmeyi göbek adı yapmış bir liderden artık bırakmasını istemek suç mu! Herkes başarısızlığı başarı diye yutmak zorunda mı! Peki diyelim ve kabul edelim ki, biz terbiyesiziz. Terbiyesiz olmak haksız olmak anlamına gelmiyor ki!"

12 seçim kaybetmiş biri ile 13 seçim kaybetmiş biri arasında sadece bir seçim farkı var.

Mesela Fatih’e sorsak bu eleştirilerini neden 11. ve 12. Seçim öncesinde dile getirmedi?

O zamanlar “geleceğinize” yönelik bir tehlike mi mevcut değildi?

Bu arada diğer Fatih’in de (Portakal olanı) gocunduğu bir şeyler varmış ki, o da bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetti:

“Kimi kastediyorsanız cesaretiniz varsa söyleyeceksiniz. Ama o cesaret yok sizde. Eleştirmek en doğal hakkımız. Lütfen cesaretli bir liderseniz, kimmiş bu kalemini satanlar açıklarsanız. Açıklayamazsanız yazıklar olsun size. İsim vereceksiniz. Bizim sizi eleştirme hakkımız var çünkü kaybettiniz”

Son cümleyi bir daha okur musunuz?

“Bizim sizi eleştirme hakkımız var, çünkü kaybettiniz.”

Hiç de doğru bir yerde durmuyorsun Portakal!

Süreci eleştirmedin, Kandil ve HDP’nin destek açıklamalarının toplumda tepkiye neden olacağını göremeyip karşı çıkmadın, AB ve ABD’den gelen Kılıçdaroğlu’nu parlatan mesajların Atatürkçüleri bile rahatsız edebileceğini anlayamadın, durmadan “kazandık” dedin, “kazanıyoruz” dedin.

Yani aslında Kılıçdaroğlu ne kadar kaybettiyse sen de o kadar kaybettin.

Senin eleştirmen bir haksa Kılıçdaroğlu’nun da seni ve senin gibileri eleştirmesi bir haktır.

Gecenle, gündüzünle seçimin içindeydin ve ekibinle beraber “yeniden baharlar gelecek” şarkılarını söylüyordun.

Şimdi sadece Kılıçdaroğlu’nu hedef almanız dürüst bir davranış değil.

EVET DEĞİŞİM

Kılıçdaroğlu, koltuğu bırakma niyetinde değil.

Grup toplantısında şunları söyledi:

“Omuzlarımızın üzerindeki yükün farkındayız. Kemal Kılıçdaroğlu bu mücadelede sadece bir neferdir. Ben CHP Genel Başkanı olma şerefini ömür boyu taşıyacağım. Ben bugün partimize üye olan genç bir arkadaşımla aynı duyguyu yaşıyorum. Hiç kimse unutmasın ceplerinde idam fermanlarıyla vatan mücadelesi veren bir partiden geliyoruz. O nedenle dokularımız, inançlarımız gelecek hayallerimiz çok farklıdır. Ben bir genel başkan olarak partimin sadece bugünü ve yakın geleceğini değil uzun hedefli yapısını düşünüyorum. Gemiyi sağlam limana götürmek yine kaptanın görevidir. Gemiyi sağlam limana götüreceğimi herkes bilsin.”

Evet, koltuğu bırakma niyetinde değil; ama bu arada “gemiyi sağlam limana” götürmekten söz ediyor.

Özgür Özel kendisinin işaret edildiği intibaını edinmiş olmalı ki, “Görevden kaçmayacağım” dedi.

Yani “sağlam liman” kendisi…

Homurdanmalar var; ama ifadelerde kesinlik olmayınca birçok kişi rengini belli etmek istemiyor.

Kılıçdaroğlu 6’lı masa ile yürüttüğü süreci sanki buraya da taşımak ve süreci uzatmak istiyor.

Aşırı bir tazyikat olursa “yıpranmasın” diye ismi ilan etmediğini söyler, aksi takdirde meseleyi soğumaya ve unutulmaya terk eder.

Sözlerinden birbirine zıt çok farklı sonuçlar çıkarmak mümkün.

Ve şu ilginç ifade…

“Saraya seslenmek isterim bu demokratların iradesini asla teslim alamayacaksınız. Biz değişeceğiz, yenileneceğiz ve güçleneceğiz memleketin bu yalan siyasetine teslim olmasına asla izin vermeyeceğiz.”

Sanki “değişim” diyen, ama meydana çıkmaya cesaret edemeyen İmamoğlu’ndan rol çalıyor gibi.

Ama değişim derken farklı şeyler kastettikleri ortada.

Mesela MYK’yı değiştirdiğini, yeni bir ruh ve heyecanla tekrar yola koyulduklarını söyleyebilir CHP genel başkanı.

Seçimden sonra yaptığı ilk iş ajansı “değiştirmek” olmuştu zaten.

Ama hep başkaları değişiyor, diye soranlar olabilir. O durumda da Kemal bey, gözlüğünü değiştirebilir, makam arabasını değiştirebilir, mutfağını değiştirebilir.

Dokuz ay sonra yapılacak olan yerel seçimlerde belediye başkanlarını bir daha aday yapmayarak “değişim” rüzgarını her yerde hissettirebilir.

Genel başkan “değişeceğiz ve yenileneceğiz” diyorsa bir şeyler değişecek!

 

PKK MEMURU

Muhalefet içerisinde tartışmalar yer yer istifalara ve kavgaya dönüşse de bazı paydaşlarda süreç farklı işliyor.

Mesela HDP…

Azıcık sesini çıkaran Demirtaş, “siyasetten çekildiğini” söylemek zorunda kaldı; ama bu Kandil savaş baronlarını tatmin etmedi. Özeleştiri vermesi gerektiğini söylediler.

Mithat Sancar ve Pervin Buldan bir süreliğine kenara çekilecek.

Yani Kandil’in değişimi de burada kendini gösterdi.

Bu arada “milliyetçi Kürt” olduğunu söyleyenler, belki de çok uzun zaman sonra PKK ve HDP’ye yönelik eleştirilerde bulunuyorlar.

Bir de “muhafazakar Kürt” profiliyle tanınan ve o şekilde alana giren ya da sürülenlerin içinden bazılarının ilginç tepkileri var.

Mesela Mücahit Bilici…

Risalei Nur’a yakınlığını gizlemeyen bu şahıs “Risale’nin neresine sığdırdı; ama bir ara “sapkınların haklarını savunma” adına yazılar yazdı.

Aslında onu “Taraf”a kimin yerleştirdiği anlaşılırsa sapkınların haklarını savunma konusu da anlaşılır diye düşünüyorum.

Öyle ya bir ara “Kürd siyasi hareketinin yerlileşme, kendi halkıyla bütünleşme istikametinde ciddi adımlar atması, ittifaklar yapması ve herkese hitap ederek Kürdistan’da büyük bir Kürd bloku oluşturması” şeklinde cümleler kuran biri şimdi kalkmış, “HDP, PKK’nin memurudur” diyebiliyor.

Bakın neler söylemiş Bilici:

“HDP, bir memur partisidir.

Muhtemelen PKK’nin memuru… Yani bu konuda iddialı konuşamam ama herhalde PKK’den direktif alıyorlardır. Bunda yalan söyleyecek halleri yok. Çünkü azıcık kafasını kaldıranın kafasına hemen vuruyorlar ve diyorlar ki “otur yerine,” “haddini bil” “münafık,” “sen de kim oluyorsun?” “Biz bedel ödedik” falan fistan. E tamam, o halde, darbe yapan asker, vatan kurtaran ordular ülkeyi ilanihaye yönetsinler. Çünkü bedel ödemişler.

HDP’nin genel başkanları istifa ettiler, değil mi? Normalde faziletli bir davranış. Açıklamalarını dinledim, diyorlar ki “görevimizi başka arkadaşlara devredeceğiz.” Niye? Çünkü programımızda olan şeyi, yapılması gerekeni yapamadığımız için hata bizim diyorlar. Bizim programımızda olan şey olmalı diyorlar. Memur bu insanlar, siyasetçi değil. Yani diyemiyor ki ben bu işi yapamadım; filankes yapamadı, şunu yapmak istedik ama şu engel oldu diyemiyor. Diyemezler, çünkü memurdur, atandığı için görevden affını ister, can korkusuyla iş yapıyor.”

“2015’te yazdıklarınla övdüğün HDP’ye şimdilerde neden PKK memuru diyorsun?” demiyoruz tabii.

Yeni bir süreç başlıyor ve Bilici de bu sürece göre pozisyon almak istiyor olabilir.

Çünkü…

Kürt coğrafyasında siyasi anlamda bir kırılma yaşanıyor ve HÜDA PAR ismi gündeme geliyor.