Selahattin Demirtaş “Cumhur İttifakı, Türkiye siyasi tarihinin en sağcı, en gerici bloku haline geldi. Bir tür Taliban İttifakı oluştu” demiş.
Bununla da yetinmemiş ve kafasındaki hayali de paylaşmış:
"Türkiye Cumhuriyeti, ikinci yüzyılında Afganistan'a mı benzeyecek İsviçre'ye mi? Bu sorunun yanıtını siz vereceksiniz çünkü mühür sizde"
Doğrusu önce söylenen söze mi, söylenenin kimliğine mi bakalım diye düşünmeden edemedik, çünkü her ikisi de çelişkilerle dolu.
Mesela Demirtaş, 6-8 Ekim olaylarında tabanını sokağa çağırmak ve 50 kişinin ölümüne neden olmak gibi bir davadan da yargılanıyor.
Bir de “çukur siyaseti” var ki, girenler içinden çıkamıyor.
Evet, Kandil’deki savaş baronlarının talimatıyla insanların zorla toplatılıp “Özyönetim fantezisine” kurban edildiği çukur siyasetinden söz ediyorum.
Tam 7 bin genç kurban edildi çukurlarda.
Şehirlerin içinde silahlı militanların kontrolünde bölgeler oluşturup ön saflara gariban çocukların yerleştirildiği, bu çocukların ağır silahlara sahip askerin karşısına sürüldüğü ve adına “direniş” dedikleri bir yüzkarasıydı çukur siyaseti ve bazılarının alnından hiç silinmeyecektir.
Şimdilerde İsviçre idealinden söz eden Demirtaş ise o dönemde bakın neler söylüyordu:
“Halkımızla birlikte direnişi büyüteceğiz. Öz yönetimin inşası, içinin doldurulması konusunda önemli kararlar alacağız. Faşizm rica ile minnet ile durmaz. Halkımızı bu onurlu, görkemli direnişi sahiplenmeye çağırıyoruz.”
“Kusura bakmasınlar, gençler hendek kazıyormuş, halk barikat kuruyormuş. Başka bir yol gösterin onu yapsınlar.”
Aslında “hendek” talimatını verenlerin de çocukların silahların önüne atılmasını savunanların da toplu kıyımdan, katliamdan yargılanması lazımdı; ama bu yapılmadı.
Mesela 7 bin genç çukurlara gömülürken Kandil’in savaş baronlarından Duran Kalkan zafer kazandıklarından söz ediyordu:
“Sadece hendek ve barikatlar arkasında direnme zafer kazandırmaz. Böyle bir direniş ile düşmanın başarısı önlenebilir. Nitekim Cizre ve Sur direnişleri, AKP faşizminin imha ve tasfiye planlarını boşa çıkardı, yenilgiye uğrattı.”
Birkaç yıl önce aynı Duran Kalkan, bir ajansa yaptığı açıklamalarda küresel emperyalizmin kullanışlı aparatlarından biri olmaktan öte bir fonksiyonlarının olmadığını itiraf etti:
"Avrupa ülkeleri kendilerini barıştan yana gösteriyorlar ancak niyetimiz çözümden yana, ateşkesten yana olduğunda onu boşa çıkartmak için saldırılarda bulundular."
"Türkiye'ye karşı 'savaşı sürdürün' tarzı dayatmalar defalarca geldi."
"Dış ortam Kürt sorununun çözümüne fırsat ve imkan vermedi. Tam tersine Kürt sorunu için çözümsüzlüğü, Türkiye'de de çatışmayı dayattı"
"Avrupa ülkelerinden ateşkes için zemin bulamadık"
"Bize 'ateşkes ilan etmeyeceksiniz, savaşı sürdüreceksiniz' dediler."
İşte Demirtaş’ın örnek gösterdiği İsviçre, binlerce gencin çukurlara gömüldüğü dönemlerde PKK’ye “Ateşkes yapmayın, savaşı sürdürün” diye dayatmada bulunan Avrupa ülkelerinden biridir.
Tüm dünyayı “İnsan hakları” konusunda sorgulama hakkını kendinde bulan aynı Avrupa her nedense PKK’nin infazlarına, haraç almasına, sivil katliamlarına ses çıkarmamaktadır.
Yani aslında Demirtaş da yolu İsviçre gibi yerlere uğradığında demokrat pozlarına bürünüyor ve bu da yeterli geliyor. Yoksa nasıl despotik bir zihin dünyasına, bir ideolojik kimliğe sahip olduğunu iyi biliyoruz.
Mesela “Gerilla cenazesine gitmeyen vekil için soruşturma” açacağını söyleyecek kadar özgürlükçü ve barış yanlısıdır.
Mesela daha 20 yıl önceki yargılanması esnasında “örgüt içinde 15 bin iç infaz gerçekleştirdiklerini” söyleyen Öcalan için “Heykelini dikeceğiz” diyecek kadar barışçı ve insan haklarına saygılıdır. Heykelini dikeceğini söylediği Öcalan, o kadar özgürlükçü idi ki, “Silah miadını doldurdu” sözünü sarf etti diye Osman Baydemir’e “Ağız yırtma demokrasisi” dersi vermiş ve çaycılara özeleştiri vermesini sağlamıştı.
Mesela PKK çeteleri tarafından Yüksekova’da şehid edilen Ubeydullah Durna’nın cenazesine katılmak için gidenler saldırıya uğradığında saldırganları savunmuştu Demirtaş. Ardından da “Gever (Yüksekova) meydan okuma yeri değildir” diyecek kadar ifade özgürlüğü taraftarı ve insani değerlere önem veren biri olduğunu ortaya koymuştu.
Hele bir de son günlerde Ayhan Bilgen’in sözünü ettiği ve bir ucu da Demirtaş’a dayanan yolsuzluklar var ki, tam da ideal İsviçre modelini ortaya koyuyor.
Bunlar zaten bilinen şeyler de trajikomik olan şey Demirtaş’ın, Kılıçdaroğlu ve ortaklarının ülkeyi İsviçre gibi demokratik ve müreffeh bir ülke haline getireceğini iddia etmesidir.
Başkanı “helalleşme”den söz ederken kimi yöneticileri “kitlelerle hesaplaşmaktan” söz ediyor, kimisi yönetimi ele aldıklarında tüm medyaya el koyacaklarını söylüyor, bakanlık beklentisinde olan kimileri de dini eğitim için “ortaçağ karanlığı” diyor.
Ülkeyi İsviçre haline getirecek olan kişi ise küresel emperyalist darbe teşebbüsüne karıştıkları için ülkeyi terk edenlere kapıları açacağını ima ediyor.
Ve tüm bunları da kişisel düşmanlık, hırs ve siyasi çıkarlardan dolayı yan yana gelmiş 7 yardımcılı “başkanlık” sisteminde yapacaklar.
Birkaç kez “Estağfirullah” çekmek lazım.
Gelelim Taliban meselesine…
Tanımlamalarını sosyalist dünya görüşünün sığlığında yaptığı için mazur görelim, demiyoruz, çünkü ortada devasa bir cehalet var.
Öncelikle Taliban sağcı değildir.
İkinci olarak Taliban, antiemperyalist ve devrimci bir harekettir. Küresel emperyalizmin en somut hali olan Amerika’yı büyük bir mücadelenin sonunda ve büyük bedeller ödeyerek ülkesinden kovmuştur.
Kendi inanç, kültür ve tarih değerlerine bağlıdır Taliban ve mesela İsviçre hayallerine kapılmaz.
Hırsızlığa, yolsuzluğa, yağmaya, eşkıyalığa büyük bir savaş açmıştır ve BM’nin de tespitlerine göre genel anlamda güvenli bir ülkedir. Amerika’ya hizmet eden PKK tarzı bazı çetelerin kaos oluşturma amaçlı saldırılarına muhatap olsa da buna karşı ciddi önlemler almaktadır.
“Kızların eğitimi” demeyin lafı ağzınıza tıkarım.
PKK, 14-15 yaşlarında kızları dağlara götürürken ses çıkarmayanların bu konuda söz söyleme hakkı yoktur!
Afganistan, Sovyetler ve Amerika tarafından yaklaşık 40 yıl işgal altında tutulmuş, büyük tahribat ve yıkıma maruz kalmıştır. Ülkenin ahlaki yapısının bozulması için büyük kaynaklar aktarılmış; ama bunda başarılı olamamışlardır. Sadece kızlar değil erkeklerin de büyük kısmı bina, personel ve malzeme yetersizliğinden dolayı eğitim alamamaktadır. İslam Emirliği, dünyadaki tecride rağmen bu sorunu çözmek için çaba harcamaktadır.
Eğer “Ama Afganistan’da demokratik seçimler yapılmıyor” diyecekse Demirtaş ve avenesi, hiç demesin, çünkü kendi kazdığı kuyuya düşecektir.
HDP ve onunla beraber “Emek ittifakı” olarak yan yana gelenlerin nihayetinde Marksist bir ideolojiye bağlı oldukları ve “şimdilik” imkan bulamadıkları için “demokratik seçimlere razı oldukları” gerçeğini bizden saklayamazlar.
Mesela şöyle bir soru sorsak verebilecekleri bir cevapları var mı:
Komünist ülkelerin hangisinde muhalefetin seçimlere girmesine izin verilir?
Yeni seçimler yapıldığı için Küba üzerinden gidelim…
Şöyle bir haber başlığı gördüm:
“Küba’da demokrasi şöleni: Komünistlerin tek listesi meclis seçimlerini kazandı, muhalefet yine seçimlere dahil edilmedi.”
Evet, Küba’da seçim yapılmış ve aday gösterilen 470 kişi seçilmiş.
Seçimlerde 470 kişiden başka aday yok ve sandıklara gitmenin zorunlu olduğu bu komünist ülkede halk Komünist Partinin adaylarına oy vermek zorunda.
Evet, Afganistan’da seçimler yok, şura meclisi var; ama Küba’da seçimler yapılıyor ve halk demokratik hakkını kullanabiliyor.
Lütfen gülmeyin!
Eğer gülecekseniz Küba’nın İsviçre kılıfı altında halkın önüne alternatif olarak getirilmesine gülün.
Ama size bir şey daha söylemek istiyorum.
PKK’nin İsviçre’si Küba’dır desek sanki Küba’ya biraz haksızlık etmiş oluruz. Çünkü onların hayalindeki asıl İsviçre Çin gibi bir yerdir ki, hem inançlar hem de etnik kimlikler ağır bir baskı altındadır.