Dünyadaki örnekleri bize göstermiştir ki, sol ideolojinin büyük bir kısmı ile Faşizm arasında sadece ince bir çizgi vardır.
Demokratlıkları, barışçılıkları, özgürlükçülükleri büyük oranda gücü tam olarak ellerinde bulundurmadıklarında söz konusudur.
Bazen bulundukları coğrafyada Faşist tutum takınmazlar da bunu “destekleme” şeklinde gösterirler.
Mesela Avrupa ve Amerikan solunun darbe sonrası vahşi katliamlara ve Faşist baskılara imza atan Sisi yönetimine herhangi bir tepki gösterdiklerine kimse şahit olmadığı gibi, darbeciyi meşru kabul ederek aslında destek verdikleri herkesin malumudur.
Benzer bir durum PKK’nin Suriye kolu olan PYD için de geçerlidir.
Solun en baskıcı ve Faşist örneklerini sergilemesiyle meşhur olan, binlerce iç infazı inkar etmeyen, Stalinist özelliğiyle bilinen bir örgüte “DEAŞ ile mücadele ediyor” bahanesiyle Avrupa’dan maddi destek verilirken, Amerika’dan silah, lojistik ve eğitim desteği veriliyor.
PYD adı verilen yapılanma, infazlar ve tehditler ile alanda kendisinden başka bir güce izin vermeyen; ama bu arada dilinden “barış ve demokrasi” sözcüklerini düşürmeyen PKK ile organik bağı bulunan bir örgüt…
Yani gücü elinde bulundurduğunda “özgürlük” kelimesi sadece kendi örgüt hedefleri için özgürlük, “demokrasi” kelimesi kendi belirlediği hedeflere yürüyenler için demokrasi şekline dönüşür.
Çin Komünist Partisinin hem Uygurlara hem de Müslüman Çinlilere karşı nasıl Faşist uygulamalara giriştiğini, mabetlere ve İslami sembollere nasıl bir düşmanlık yaptığını hem görüntüler hem de şahitler üzerinden biliyoruz. Sadece inanç değerlerinin yasaklanması ile yetinilmediğini, Müslümanların yaşam haklarının da ellerinden alındığı bir süreç yaşanıyor.
O yüzden sol ideoloji mensuplarının büyük çoğunluğu ile Faşist ideoloji arasında ince bir çizgi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz.
Bazen Faşist ideolojiye ne kadar yakın olduklarını anlamak için kimi gelişmeler karşısındaki tutumlarına bakmak gerekebiliyor.
Mesela Ufuk Uras diye biri -ki kendisi ÖDP’nin kurucularındandır- HÜDA PAR’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı destekleme kararını açıklamasından sonra “domuz bağı” gibi ifadelerle isim vermeden bir siyasi partiyi suçlama yoluna gitti.
Normalde eleştiri kültürünü savunan ve sol içinden de eleştirilerde bulunduğu için gerçekten de demokrat olduğunu düşündüğünüz biri, devletin kimi odaklarının “kirli bir savaş” yürüttüğü bir dönemde imal ettiği ve medya eliyle köpürttüğü bir söylemi sorgulamasını beklersiniz; ama öyle olmuyor. İdeolojik olarak yakın durduğu yerlere yönelik eleştirilere tepki gösteren Uras, söz konusu İslami bir camia olunca “algı oltasının” peşine düşüyor ve klasik bir solcunun durduğu yere çekiliyor.
Bir seçim süreci yaşıyoruz ve seçimlerde partiler projeleriyle halkın karşısına çıkmak yerine rakiplerinin zayıf tarafları üzerinden propaganda yürütmesi maalesef Türkiye siyasetinin bir gerçeği olageldi. Ama herhalde algılara oynamanın, yalanlarla itibarsızlaştırma çabalarının bu derece yoğun yaşandığı bir dönem de -en azından yakın tarihte- yaşanmamıştır.
Sağın, solun, liberalin, Kemalist’in kirli bilgi yarışına girdiği bir dönemde kimi solcuların da gerçek kimlikleri ile temayüz etmeleri şaşırtıcı olmadı.
Mesela CHP’ye yakın sosyalist gazeteci Enver Aysever, gerçek yüzünü şu şekilde ortaya koydu: “Kılıçdaroğlu'ndan şunları bekliyorum. Diyanet'in kapısına kilit vuracaksın. Bir müdürlüğe indirgeyeceksin. Dini kitapları sınırlı sayıda, tek bir dinin ve mezhebin propagandası gibi değil bilimsel basıp dağıtacaksın."
Demek ki neymiş…
Ortam oluşunca bir Enver Aysever portresinin aslında kurmaca olduğu, arkasında Mao Ze Dung’un, Pol Pot’un, Enver Hoca’nın yüzünün ortaya çıktığı görülebiliyormuş.
Evet, eğer yapmıyorlarsa yapamadıkları içindir, içlerine sindiği için değil.
GALİBA SİYASETÇİ
Bazılarına göre “Kılıçdaroğlu, son açıklamalarında meşhur gaflarından birine daha imza attı.”
Konu şu sözleri:
“Hani diyor ya şair galiba, şair, Necip Fazıl, “Bu taksimi kurt yapmaz, kurtlara şah olsa… Kurtlara şah olsa…”
Bazıları dememin sebebini açayım.
Kimileri bu açıklamayı şöyle yorumladı: “Kılıçdaroğlu, Necip Fazıl’dan söz ederek İslamcılara göz kırptı; ama “galiba şair” diyerek kendi tabanına da “onu tanımıyorum” mesajını verdi.”
Yani evet, CHP içindeki hizip ve klikleri idare edebilmek, Babacan ve Davutoğlu’na sabretmek, Saadet Partisi önünde “Mücahit Kılıçdaroğlu” sloganı attırabilmek büyük bir siyasi beceri ister; ama yukarıdaki meselenin bununla alakası yok.
Yani kabul edelim klasik Kılıçdaroğlu gaflarından biri ile karşı karşıyayız.
Lefter’i kaleci yapan, Hz. Ali için “Büyük bir düşünür” diyen, iftar sofrasında ezan okunmadan su içilemeyeceğini bilmeyen klasik bir Kılıçdaroğlu vakası…
Seçim sürecine girildiğinde biraz dikkat etmeye çalışan; ama yine toslayan bir Kılıçdaroğlu…
Eski gaflarından dolayı “galiba şair” diyor ve temkinli olmak istiyor; ama gafın iyice dibine vuruyor, çünkü yanlış okuduğu metin zaten bir şiir.
“Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa”
Ama şunu da merak etmiyor değilim.
Polemik ustası merhum Necip Fazıl bu “galiba şair” lafını duysaydı nasıl okkalı bir cevap verirdi acaba?
Kendisine “gerici” diyen birine verdiği cevap üzerinden Necip Fazıl’ın Kılıçdaroğlu’na cevabını da tahmin edebilirsiniz.
Evet buyurun:
“Bize "gerici" diyen, karanlık hokkası ve bataklık deliği ağız! Bizzat sen, zaman kadar mücerret bir şeyi çürütmüş, kokutmuş ve dünyayı Taş Devrine kadar itmiş, atmış bir küfür gericiliğinin mostralık çeşidi değilsin de nesin? Senin secde ettiğin putlar Önünde, Apis öküzüne tapanlar bile özür beyan edebilirler.
Nazariyede bir asır evvel doğmuş, ameliyeye yarım saat önce çıkmış, ol çeyrek asır içinde beton kafalı yobazlarını bulmuş olan komünizmayı; bizimkinden başka her mezhebe kapısı açık, yarım sistem, bir buçuk asırlık sosyalizmayı, hiçbir noktasını bilmeden ilericilik kabul ediyorsun! Sonra da, bildiğini sandığın için bilmek şansını da kaybettiğin İslâmiyet hakkında gericilik hükmünü kesiyorsun!
Eğer hamakat zekâdan, gece gündüzden, ölüm de hayattan sonra geldiğini iddia edecek olursa, sen de onları kendi ilericiliğine şahit diye gösterebilirsin!
Hakikatte sen, solda sıfır gibi, bir yokluk (adem) işareti olduğun ve her sayının gerisinde bulunduğun halde, zamanın kemiyet cilveleri yüzünden öne geçip on misli kuvvet iddiasına kalkışan bir hokkabazsın ve bilfiil geri, bizzat gericisin!”
DERİN AMA BOŞ
Ahmet Davutoğlu’ndan “derin” ama içi boş bir analiz:
"Cumhur İttifakı seçimi kazanırsa bir sonraki seçime kadar Türkiye ya çok sert gerilimler yaşar ya da bir takım ülkelerde görülen şekilde görünüşte demokrasi olan ama aslen alakası olmayan bir yapıya bürünür. Ülke adı vermek istemiyorum ama Kuzey Kore’ye kadar gider bu örnek ülkelerin ucu."
Biri bu “Karaman beyi”ne Cumhur ittifakının zaten 5 senedir iktidarda olduğunu hatırlatsa iyi olur.
Tamam hukuksuzluklar var, yolsuzluklar var; ama herhalde ortada bir Kuzey Kore örneği olsaydı Ahmet Davutoğlu, bırakın bu açıklamayı yapmayı seçimlere bile giremezdi.
Evet, analiz boş, ama bir yerlere mesaj verme amacı taşıdığından “derin” bir özelliği de var.
Yani bu derinlik hikmet değil fitne kokuyor.