Ardı ardına gelen korkunç derecede şiddetli iki deprem ve artçıları 10 il ve ilçelerinde büyük bir yıkıma neden oldu.

Toplumun büyük bir kesiminde kendiliğinden bir seferberlik hali oluştu ve gerek enkaz altında yaralıların kurtarılmasında gerekse de mağdurlara yardım etmede büyük bir çaba ortaya kondu.

Mevsim kış ve deprem bölgelerinde şiddetli soğuklar var, bina enkazı yoları kapatmış, araç girişi problem, muhtemel bir afet durumunda organizasyonu sağlayacak kişilerin çoğu ya kendileri ya da aileleri enkaz altında…

Saatler geçiyor, günler geçiyor, umutlar azalıyor derken enkazdan gelen seslerin peşine düşen ekipler farklı yaşlarda depremzedeleri kurtarıyor.

Bunca yıkım, üzüntü ve çaresizlik ortasında bir sevinç dalgası yayılıyor ve belki de gayrı ihtiyari sesler yükseliyor: ALLAHU EKBER!

Ve birileri bundan rahatsız oldu.

Kimileri cehaletten kimileri ise Aziz İslam’a olan nefretinden dolayı aklın, mantığın kabul edemeyeceği sözler sarf etti.

Cemil Kılıç adında biri her olayda olduğu gibi bu konuda da kinini ortaya döktü, hedef gösterdi:

“Savaşta cihad ediyorsun orada Allahu Ekber diyebilirsin. Namaza başlarken Allahu Ekber diyorsun ama sevindirici bir olay olduğunda Elhamdülillah denir. Peki niye bunlar tekbir getiriyor, çünkü bu siyasal İslamcılığın bir sloganı haline getirildi. İslam'ı bir ideolojik harekete çevirenlerin sloganı, dini bir sözden siyasi bir söze çevrildi Allahu Ekber sözü. Orada bu sloganı atanlar örgüt propagandası yapıyor.”

Can Ataklı’ya göre de tekbir üç yerde getirilirmiş. Cenazede, kurbanda bir de bayram namazlarında.

“Allahu ekber” sözünün bir Müslümanın hayatında neye karşılık geldiğini bilmeden sarf edilen ve sadece nefret içeren sözler diyerek geçebilirdik. Ya da bu konuda İslami kaynaklardan alıntılar yapabilirdik; ama muhataplarımızın ilmi ve ahlaki değerleri önemsediğini düşünmüyoruz.

Bakın mesela bir örnek…

Rasulullah aleyhissalatu vesselam ile beraber sefere çıkan sahabe anlatıyor:

“Biz yolculuklarımızda yukarı çıktığımızda tekbir getirir 'Allahu Ekber' derdik, aşağı indiğimizde tesbihte bulunur, 'Sübhanallah' derdik.” (Buhari, Cihad, 132; Müsned, 3/333; Darimi, Adab, 43)

Rasulullah’ın sevincini ifade ederken “Allahu ekber” dediğine dair rivayetler de var ki, bu sünnet Efendimiz aleyhissalatu vesselamı takip eden alimler ve mücahitler tarafından yerine getirilmiş.

Aslında sosyal medyada güzel cevaplar verildi buna ve en iyi onlardan birkaçı ile cevap vermek…

Mehmet Şenlik: “Allahu Ekber, şeytanları tesbit etmek için bir şifredir. Çünkü ondan rahatsız olanlar ancak şeytanlardır. Şeytanların kahrolması için her zaman Allahu Ekber...”

Mustafa Armağan: “Biz sussak minareler susmayacak. Günde tam 40 defa minarelerden 'Allahu Ekber' diye haykırıldığını unutmayın. Gerçi ezanı ve Allah demeyi 18 sene boyunca yasaklayan zihniyetin bugün Allahu Ekber düşmanlığı yapmasına şaşırmıyoruz. Allahu Ekber demeyeceğiz de ne diyeceğiz?”

Kesafet: “Hatay'da 147 saat sonra enkazdan çıkarılan 11 yaşındaki Cudi: "Allah'a inanıyorum ben. O varsa her şey olur. Allah'tan umudunuzu kesmeyin." Allahu Ekber!”

Enes Durmaz: Kuduzlar aşı olmadıysanız bunu görmeyin... Allahu Ekber. Hatay’da baba ile kızı 209 saat sonra tekbirlerle enkazdan sağ olarak çıktı...”

Fikret Gültekin: “Bir bebeği uzatın kanepeye, 140 saat (nerdeyse 6 gün) sütünü vermeyin, suyunu içirmeyin, altını temizlemeyin, ağlamasını durdurmayın... Böyle bir bebek hala yaşıyorsa bilin ki Annesinden daha şefkatli bir el bu bebeği kollarına almıştır. Şimdi biz buna ALLAHU EKBER demeyelim mi?”

Olgun52: “Hatay’da baba ile kızı 209 saat sonra enkaz altından çıkarken tekbir getirdi. ALLAHU EKBER!”

Cengiz Alçayır da iyi bir cevap vermiş:

“Can bey, benden duymuş olmayın: 5 Vakit Namaz kılan bazı Müslümanlar da namaza başlamadan önce ve namaz kılarken de TEKBİR getirip öyle rüku ve secdeye gidiyormuş!

Her gün 213 DEFA yani!”

Birilerinin gündemi seçim

Toplumun bir kesimi yardıma bir kesimi de kirli enformasyon yayımına odaklanmışken bir anda “seçim tarihi tartışması” başladı.

Bülent Arınç mı ortaya attı yoksa söylentiler üzerine “Kamuoyuna” açıklaması mı yapıldı, toz duman arasında fazla dikkat çekmedi.

Hükümet “gündemimizde yok” dese de depremin seçime muhtemel etkisinde çok umutlu olan 6’lı masa bileşenleri öfkeyle “seçim ertelenemez” açıklamalarına başladılar.

Kemal Kılıçdaroğlu, birdenbire Anayasayı hatırladı:

"Seçimler ertelenemez. Anayasa çok açık. Ancak savaş halinde seçim ertelenebiliyor. Savaş olmadığına göre seçim ertelenemez. Hiç kimse Anayasa'nın, yasaların dışında gerekçeler uydurarak kendisine özgü bir hukuk normu oluşturamaz. Anayasa var. 'Türkiye hukuk devletidir' diyorsak yapılamaz.”

6’lı masanın “Eski başbakan” ünvanıyla konuşan üyesi Ahmet Davutoğlu ise “darbe teşebbüsüne” maruz kalmış hükümeti “sivil darbe” niyetinde olmakla suçladı:

“Böyle bir acı dönemde, seçimi erteleyerek bir müddet daha iktidarda kalma çabanız millete yapılabilecek en büyük zulümdür. Anayasal şartları çiğneyerek alacağınız her karar, YSK’yı kullanarak yönlendireceğiniz her adım sivil bir darbe niteliği taşıyacaktır.”

İbretlik bir durum öyle değil mi?

10 il şiddetli depremlerle enkaza dönmüşken, milyonlarca insan için barınma sorunu yaşanırken, ne seçmenin varlığı ne de seçim güvenliği ortada yokken seçime odaklanmanın tarifini yapmakta zorlanıyorum.

Biraz daha netleştireyim…

Milyonlarca insan yerinden ayrılmak zorunda kalmış ve mevcut şartlarda oy kullanamaz durumda, ülkenin yüzde 15’inde seçim çalışması yapmak neredeyse imkansız, acılar daha küllenmeden seçim mi?

YSK içerisinde aklı başında kişilerin mevcut tabloya bakıp seçimlerin ertelenmesine karar vereceklerini düşünüyorum ve maalesef daha adayını bile belirlememiş olan 6’lı masa buna itiraz edip “sivil darbe” diyecek!

Ne diyelim, Allah akıl fikir versin.

 

Hatay elden gidiyormuş

Fatih Altaylı, bir programda Suriye sınırından depremden sonra Türkiye'ye milyonlarca insanın geçtiği ya da Hatay'ın Araplar tarafından işgal edileceği gibi saçma sapan tezleri dillendirdi.

Gazeteci Faruk Aksoy'un "Sınırda mülteci geçişi olmadığı söyleniyor ancak Hatay Hataylılar tarafından terk edilirse sınırdan birilerinin girip girmemesine gerek yok, içeride daha önce girmiş sığınmacıların anayurdu haline dönüşebilir." ifadeleri üzerine Altaylı "Hatay bir Arap kentine dönüşmek üzere" yorumunu yaptı. Programda "Yer bilimci" olarak yer alan Celal Şengör "Hatay elden gidiyor" diyerek bir tık yukarı çıktı.

Fatih Altaylı’ya sadece şunu sormak istiyorum:

Hataylıların Hatay’ı terk etmesini kim istiyor?

Dünya görüşü olarak birbirinize yakın olduğunuz Oğuzhan Uğur’un “baraj yıkılıyor” iddiası ile insanların Hatay’dan ayrılmasına neden olduğu konusunda ne söyleyebilir?

Ve son olarak…

Fatih Altaylı, depremin Suriye’yi de etkilediğinden haberdar mı? Nefesini böyle saçma sapan şeylere, komplo teorilerine sarf edeceğine faydalı bir şeyler söylemeyi ve yapmayı da düşünüyor mu?

Ve Celal Şengör…

Dışkısının tadına baktığını söylemesiyle ülke gündemine bir süre gelen ve “yer bilimcilik” dışında her şeye maydanoz olan bu şahıs neredeyse tümüyle harap olmuş bir şehrin geleceği konuşulmalıyken etnik köken üzerinden “Hatay elden gidiyor” sözünü sarf etmesinin gerçekte ne kadar insani düşünceden yoksun olduğunu gösterdiğinin farkında mıydı acaba?