“Bu ne biçim başlık” demeden önce yazıyı okumanızı öneririm.
ABD’de meşhur “kongre baskını” tartışılmaya devam ediliyor.
Kimileri bunu bir darbe olarak görüyor ve bundan yola çıkarak Trump için “darbeci” iddiasında bulunuyor.
ABD eski Başkanı Donald Trump'ın seçim sonuçlarını kabul etmeyip 6 Ocak'ta darbe yapmaya kalkışıp kalkışmadığı konusunda CNN sunucusu Jake Tapper ile Bolton arasında tartışma yaşandı.
Beyaz Saray eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, bir süre görev yapmış, sonra Trump ile anlaşamamış ve görevden alınmıştı.
Trump, seçim döneminde Bolton’un görevden alınmasını savunmuş ve eski danışmanını aşağılamıştı:
“Ülkeyi yönetirken yanlış seçimler yapabiliyorsunuz: Bolton gibi bir aptala görev vermek gibi..”
Bolton, 6 Ocak olaylarının "dikkatlice planlanmış bir darbe" olarak nitelenmesine yönelik, Trump'ın böyle çalışmadığını, bir fikirden başka bir fikre kolay atladığını söyledi.
Tapper'ın "Darbe yapmak için son derece zeki olmaya gerek yok" diye karşılık vermesi üzerine Bolton, şu ifadeleri kullandı:
"Burada değil de başka ülkelerde darbe planlamalarına yardımcı olmuş biri olarak buna katılmıyorum. Bu çok çalışma gerektirir. Onun yaptığı bu değildi. Bir fikirden başka bir fikre atlıyordu.”
Aslında Bolton’un söyledikleri çok da şaşırtıcı şeyler değil. Hatta bir açıdan “malumun ilamı” olarak da alınabilir.
Çıkarlarına uyduğu müddetçe körfez monarşilerini, Ortadoğu ve Afrika diktatörlüklerini destekleyen Amerika, çıkarları zedelendiğinde ve işgale giriştiğinde tüm dünyayı keriz yerine koyarak “demokrasi götürdüğünü” söyleyebilmektedir.
Trump’ın Bolton’u kastederek “bir aptala görev vermek” demesi de CNN spikeri Tapper’in “Darbe yapmak için çok zeki olmaya gerek yok” sözü de “darbecilik” açısında anlam ifade eden sözlerdir.
Evet, darbecinin zeki olmasına gerek yoktur, hatta zeki olması “üst akıl” durumundaki planlayıcılar için istenmeyen bir şeydir.
Siz bakmayın öyle “kurmay aklı” diye postal yalayıcılığı yapanlara, darbeciliğe heveslenenlerde ve bu işe el atanlarda çok çabuk bir şekilde “zeka geriliği” sendromu başlıyor ki konunun patolojik mi, klinik mi olduğuna saygıdeğer tıp camiası karar versin.
Meseleyi bir fıkra ile bitirelim:
Meşhur diktatör ve darbeci Pinoşe (Augusto Pinochet), Şili’de CIA destekli bir darbe yapıp 17 yıl boyunca ülkeyi baskı ile yönetmiş biridir.
Pinoşe’ye sorarlar: “Darbe yapmak mı daha zordur, salata yapmak mı?”
Pinoşe “Salata yapmak zordur” der.
“Nasıl olur?” diye sorduklarında Pinoşe’nin cevabı şu olur:
“Salata için hıyar, domates, biber, maydanoz, kıvırcık alıp doğramak lazım. Üstüne limon ve tuz dökmek lazım, karıştırmak lazım. Darbe için sadece 3-4 tane hıyar yeterli…”
28 ŞUBATIN MAĞDURLARI
Emekli Tümamiral Ahmet Yavuz, bir gazeteye açıklama yapmış:
“28 Şubat'ta TSK'dan atılanların tamamı ya bir tarikat, ya bir cemaat üyesiydi, kimse kendini saklamasın, gizlemesin, tarikat cemaat orduda olmaz, çünkü tarikat ve cemaatin orduda olmasının ne anlama geldiğini 15 Temmuz'da gördük. Bir asker kendi komutanından emir alır ama bir tarikat mensubu kendi amiri dışında bir başka merkezden emir alabilir, dolayısıyla tarikat ve cemaat yapıları ordularda kabul edilebilecek bir şey değildir. Şu anda 28 Şubat'ın mağdurları hapiste yatan 14 general ve amiraldir.”
İnsanların bazı şeyleri unuttuğunu düşünüp bundan faydalanmaya çalışıyor, diyeceğim; ama bu kadar kapsamlı düşünebildiğini sanmıyorum.
Yine de biraz izah etmeye çalışalım.
28 Şubat mağdurları sadece ordudan atılanlar değil ki…
En başta devrilen hükümet dönemin mağdurudur.
Namaz kılan bürokratlar, örtülü memurlar, kökü dışarıda “patronlar kulübüne” yanaşmayan işadamları, baskıya uğrayan yargı mensupları, brifingli yargının verdiği hukuksuz kararların cezasını yıllarca çeken mazlumlar…
Hatta 28 Şubat darbesinin oluşturduğu darbenin etkisiyle tüm devlet kurumlarına çöreklenen Kemalist emekli generaller eliyle devletin içi boşaltıldığından, cumhuriyet tarihinin en büyük kriziyle boğuşmak zorunda kalan halk…
Evet, üç-beş general, üç-beş patron, üç-beş postal yalayıcının dışında bütün memleketi, bütün halkı mağdur etti 28 Şubatçılar.
Bir de kalkmış utanmadan “mağdur olan 14 generaldir” diyor.
15 Temmuzu örnek gösterip kendini haklı göstermeye çalışıyor.
Nasıl olsa kimse hesap bilmiyor, herkes görüntüye bakarak kendisini haklı görecek diye düşünüyor.
Ama işin aslı öyle değil.
Tarikatçı ve cemaatçiler değil, namaz kılan, eşi örtülü olan herkesi attınız ordudan.
FETÖ için ne eşinin örtülü olması ne de namaz çok önemli değildi ve herkes de biliyor ki, 28 Şubatçılar ordudan hiçbir FETÖ’cüyü atmadı.
Tablo ortada!
15 Temmuzdan sonra darbeyle bağlantılı olduğu için 134 general ve amiral tutuklandı ve bunların tümü 28 Şubat döneminden önce orduya dahil olmuşlardı.
Yani demek istiyorum ki, “Ey Ahmet Yavuz, kimseyi kandırmayın, siz FETÖ ile değil de sadece dindar insanlarla mücadele ettiniz ve aslında FETÖ için zemin oluşturdunuz.”
28 Şubatçılar on binlerce insana zulmettiler ve kesinlikle zalimler mağdur sayılmazlar.
TATİL İÇİN ÇALIŞMAK
Kurban Bayramı sonrası 15 Temmuz gelince ikisi birleştirilip tatil 9 güne çıkarıldı.
Akraba ziyaretine gidenler de oldu, fırsattan istifade tatil beldelerine akın edenler de…
İBB’nin özellikle felaket zamanlarındaki tatilleriyle meşhur başkanı da Ege sahillerinde boy gösterdi.
Bayram günlerinde birçok ilde olduğu gibi İstanbul’da da aşırı yağışlardan kaynaklı felaketler yaşandı ve yüzlerce ev su altında kaldı.
İçişleri Bakanı, neredeyse sınırdan, il valisi Konya’dan geldi ve çalışmaları denetledi; ama İBB başkanı tatilini bozmadı.
Keyfine bakmaya devam etti.
Yanlış anlaşılmasın diye izah edeyim ki, bu “keyfine bakma” meselesinin de bir hikayesi vardır.
Bu kış yaşanan “kar felaketi” sırasında İsviçre tatilinde olan İBB sözcüsü Murat Ongun, başkanı Ekrem ile olan diyalogunu şöyle anlattı: “Geleyim mi, diye sordum, gerek yok, keyfine bak, dedi.”
İBB başkanı daha önce sözcüsüne söylediği sözü herhalde bu kez kendi kendine söyledi ve tatil beldesinde “çalışmaları koordine ederek” keyfine bakmaya devam etti.
Bu kez en yakın destekçilerinden bile umulmadık eleştiriler aldı Ekrem başkan; ama yine de tatiline devam etti.
Tatil çok önemli biliyorsunuz.
Ekrem başkan daha göreve geleli 2 ay olmamıştı ki tatilde olduğu ortaya çıkmış ve tepki gösterenlere “çalışabilmesi için tatile ihtiyacı” olduğunu söylemişti.
Şansızlığı tatillerinin sürekli afetlere denk gelmesiydi.
Ya da biz öyle biliyorduk.
Okuduğum şu yorum bakış açımı tümden değiştirdi.
Biri sosyal medyada “tatil etrafındaki şaibeleri ortadan kaldıran şu ışığı yaktı:
“İstanbulluların kaçırdığı bir nokta var; Sn. Ekrem İmamoğlu her afet olduğunda tatilde olmuyor. Sn. Başkan sürekli tatilde, sürekli İstanbul haricinde işlerle ilgileniyor; ancak İstanbullular bunu sadece afet durumunda fark edebiliyor.”
Yani aslında kaçırdığımız şey şu:
Ekrem başkan, “çalışmak için tatil” yapmıyor, tatil yapmak ve siyasi gezilerde bulunmak için arada bir çalışıyormuş gibi görünüyor.