CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Türk Ocakları’nın düzenlediği “Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları” sempozyumuna katıldı.
Düzenleyen kuruluştan mı, katılımcılardan mı yoksa konudan mı söz etsem bilemedim.
Türk Ocakları, isminden de anlaşıldığı gibi “Türk milliyetçisi” bir kurum sembolü de “Kurt kafası”…
Kurucuları olarak resmi sitesinde 4 kişinin ismi geçiyor: Ahmet Ağaoğlu, Fuat Sabit Ağacık, Yusuf Akçura, Mehmet Emin Yurdakul…
Genel olarak hem Ahmet Ağaoğlu’nda hem de Yusuf Akçura’da belirgin olan şey şudur. İslam önemlidir; ama asıl olan Türkçülük fikriyatıdır ve bu fikriyatın İslam ile tahkim edilmesi gerekmektedir. Hatta Ahmet Ağaoğlu, ‘İslam’ın artık milli bir din haline geldiğini’ iddia edecek tarzda sözler sarf etmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk ve Türk ocaklarının ilişkileri iyidir; ancak sonra araları bozulmuştur. Kemalizm’in batıcılığı topluma dayatmasında Türk Ocakları tavrını Kemalizm’den yana olarak net bir şekilde ortaya koymuştur. Dönemin başkanı konumlarını şöyle izah eder: “Türk ocağı dar milliyetperverlik gütmez. Ocaklı bilir ki bu müessese Şarkda Garbın temsilidir. Türk Ocağı Garpçıdır. Kendimizi Garplı hissettikçe Türk kalacağız. Türklüğümüzü Avrupalı olmaya yüz tuttuğumuz zaman bildik.”
Tüm bunlara rağmen Türk Ocakları 1930’da, çok partili hayatın ilk denemelerinden birinde “Serbest Fırka taraftarı” olduğu gerekçesiyle tasfiye edildi, mal varlığına el konuldu.
O kadar çok şubesi ve mal varlığı vardı ki, tasfiyesi neredeyse 15 yıl sürdü.
Ancak çok partili hayata geçiş olan 1949’da yeniden açıldı.
1930’lu yıllara kadar birçok kurultayda cumhuriyetin hedefleri doğrultusunda “kültürel asimilasyonun nasıl yapılacağına” dair çalışmalar yapıldı, tezler hazırlandı. Atatürk’ün dediği gibi “Ocağın asıl vazifesi Türkleştirme” için çaba harcamak, proje geliştirmekti.
Günümüze kadar gelen Türk Ocakları yapılanmasında bazen muhafazakar düşünce birazcık kendini gösterse de asıl olan Türkçülük ideolojisidir.
Şimdi böyle bir kurum İslam Dünyasının meseleleri için sempozyum düzenliyor ve bunun için de bu konunun uzmanları olan Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu’nu çağırıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu da isminin, sempozyum konusunun hakkını tam olarak vererek konuşmasına Karl Marx’tan alıntı yaparak başlıyor:
“Değerli bilim insanları, böylesine önemli bir buluşmada önemli bir isimden alıntı yapmak istiyorum. Bu ismi yadırgamayacağınıza inanıyorum. Alıntı yapacağım kişi Karl Marx; Marx, “Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir” der. Elbette filozof olan, bilim insanı olan sizlersiniz…”
Ardından Kur’an’ın evrensel mesajını paylaşıyor Kılıçdaroğlu:
“Değerli bilim insanları, kutsal kitabımız Kuran’ı Kerim’in Bakara Suresi 44. Ayetinde, Yahudi din adamlarına hitaben, şöyle seslenilir; “Siz insanlara gerçek iyilik, erdem ve dindarlığı tavsiye ederken kendinizi unutuyor, bundan muaf olduğunuzu sanıyorsunuz, öyle mi?” Ve ayeti kerime, “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” sorusuyla sona erer. Elbette burada hitap Yahudi din adamlarına yöneliktir, ancak muhatabı tüm din adamları, tüm yönetici kadrolar, aslında tüm insanlıktır. Bu ayeti kerimeye atfen, İslam’ın temel değerlerini tüm insanlığa aktarmakla görevli olanlarla bu konuda sorumluluk üstlenenlerin de hangi gerekçeyle olursa olsun, kendilerini İslam’ın temel değerlerinden azade kılma hakları yoktur.”
Herhalde bu ifadelerdeki tek sorun “Yahudi din adamları” açıklamasıdır ki, bundan bir süre sonra Nevşin Mengü gibi özür dileyebilir ve maksadının aslında “Erdoğan ve çevresi” olduğunu izah edebilir.
Neyse geçelim İmamoğlu’na…
Tam da “Ermeni patriğin cenazesine gidip Mahmut Efendi’nin cenazesine gitmeyen 16 milyonun belediye başkanı” sözlerinin altında ezilirken böyle bir sempozyumda kendisine söz hakkı verildi.
O da İstanbul’un bu tip etkinliklerde ne kadar önemli olduğundan söz etti haklı olarak. Ama son cümleleri ilginçti:
"İstanbul, İslam coğrafyasının yüzyıllardır başkenti. Binlerce yıldır da dünyanın başkenti. İstanbul en doğru hamlelerin vücut bulduğu bir şehir olursa tüm dünya mutlu olur. Böyle bir buluşmayı sağladığınız için size yürekten teşekkür ediyorum. İslam coğrafyasında sorun çözümü olacaksa hala bunun merkezi İstanbul'dur. Bir tesadüf daha var: Ben de elhamdülillah Müslümanım. Bireysel olarak da katkı sunmanın keyfini yaşıyorum.”
Cümleyi bir daha alayım: “Bir tesadüf daha var: Ben de elhamdülillah Müslümanım.”
Neden tesadüf, kimse sorgulamamışken Müslümanlığını ilan etmek neden?
Belediye başkanlığını almasında Trabzonlu olmasının etkisinin farkında ve bu konuda “Çarşamba’nın bir kısmından” destek aldığını da biliyor.
Mahmut Efendi de Trabzonlu; ama Ekrem Başkan, solun, Kemalistlerin, kafatasçı faşistlerin tepkisinden çekindiği için cenazesine gidemiyor.
Ve “Ben de Müslümanım” diyor.
Sanırım meseleyi anlamışsınızdır.
Ve bu arada en ilginç olan şeylerden biri de CHP’nin mahkeme kararıyla görevden alınan il başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun da sempozyuma katılmış olması.
Doğrusu ondan da bir konuşma yapması beklenirdi; ama sanırım sol jargonla Türkçü bir dernekte nasıl konuşma yapacağı konusunda anlaşamamışlardır.
Mesela Kaftancıoğlu çıkıp sosyal medya hesabından beğendiği İslam düşmanlığına ait şu görüşleri seslendirseydi toplantının ruhuna aykırı düşmezdi değil mi?
“‘Akıl’ ve ‘bilim’ aydınlık kesimdedir. ‘Din’, ‘iman’sa karanlık kesimde. Aklın, bilimin ‘ölçüleri’ bellidir. ‘Gözlem’ vardır, ‘deney’ vardır, ‘nesnellik’ vardır... Yolu ışıklandıran da bunlar. Din ve imandaysa bunlar yoktur. Karanlığı da bundan...”
Kaftancıoğlu, Lenin’in resmi altında yazılan şu sözleri de beğeniyor ve romantik komünist devrimcilere selam çakıyordu:
“Eşit adil sömürüsüz sınıfsız sınırsız bir dünya için atılan en esaslı adımdı. Elbet o adımı bu topraklarda da atacağız.”
İlginç bir sempozyum, ilginç konuşmacılar, ilginç katılımcılar…
Temel gayesi “Türkleştirme” olan bir derneğin, Türkçü, Komünist, Kemalist ve her tarafa dönebilenlerin bir araya geldiği her şeyin birbirine karıştığı ve makam ve konumlarını kaybettikleri için muhalif durumuna düşenlerin takdirlerine mazhar olan bir etkinlik…
Sanırım sözü çok uzattım.
Tam burada bir Bekri Mustafa fıkrası iyi gider.
Dördüncü Murat döneminde yaşadığı söylenen Bekri Mustafa, çok içki içmesiyle maruf bir adamdır.
İlginç de bir imamlık öyküsü vardır.
Bekri Mustafa, bir gün “Küçük Ayasofya Camii”nin önünden geçmektedir... O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur.
Cemaatin, beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” zannederek namazı kıldırmasını söylerler.
“Yok, ben hoca değilim” dese de, dinlemezler ve zorla öne geçirirler.
Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar.
Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.
Bekri Mustafa gülerek cevaplar:
“Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa, Ayasofya’ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar...” dedim.