“Altılı masa”da gerginlik bir türlü azalmıyor.

Geçen hafta DP Genel başkanı Gültekin Uysal’ın Babacan ve Davutoğlu’nu küstüren açıklamalarını düzeltme çabasıyla geçti.

Sonra Ümit Özdağ, masanın tam ortasına bir “Mansur Yavaş” bombası atıverdi.

CHP Genel başkanının “Belediye başkanları işlerini yapsın” diyerek kapıları kapatmış olmasına rağmen Ekrem İmamoğlu’nun, yabancı diplomatlarla görüşmesi ve kendisi için kamuoyu oluşturma çabasına girişmesi yetmezmiş gibi bir de “Mansurcular” meselesi çıktı.

Kemal Kılıçdaroğlu, bu gelişmeler karşısında yumruğunu masaya vurdu ve tabir yerindeyse “gemileri yaktı” yaptığı açıklamayla.

Artık zamanı gelmişti.

CHP lideri, partisinin grup toplantısında yaptığı "Bana katılın ya da yolumdan çekilin" açıklamasıyla ilgili konuştu. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu, şu ifadeleri kullandı:

"Ben; bu ülkeyi seven, bu ülke için çaba harcayan, bayrağımızın dalgalanmasını isteyen, vatanına bağlı bütün kesimleri yol arkadaşım olarak kabul ettim ve onlara çağrı yaptım.

Sorunun çözülmesinin tek yolu var demokratik yollarla sandığın gelmesi. O nedenle bütün arkadaşlarıma söyledim. Eğer bunu istiyorsanız yol arkadaşı olmak istiyorsanız buyurun gelin beraber yürüyeceğiz eğer hayır biz mevcut düzenden memnunuz diyorsanız yolunuz açık olsun.”

Onca alttan almalarla, onca fedakarlıklarla oluşturduğu ittifakı, masayı, koruduğu dengeleri bir tarafa bırakıp gözünü mü kararttı acaba?

Eğer Kılıçdaroğlu aday olmasa seçim sonrası ne genel başkanlığı kalır ne de siyasetçiliği.

Bunu iyi biliyor.

Erdoğan’ın karşısında aday olmasının sıkıntılarının da farkında; ama riski göze alıyor ve “ya hep ya hiç” diyerek rest çekebiliyor.

Ya da meşhur ifade ile “ya herro ya merro”…

Açık söyleyeyim ben böyle bir cesareti beklemiyordum.

 

NE DEDİĞİNİ BİLİYOR MU?

Osman Kavala’ya ceza verilmesi sonrası bazı kesimlerde tehdide varan sert söylemler söz konusu oldu.

CHP ve HDP’lilerin tepkileri biraz ideolojik biraz da “küresel dizayn edicilerin” isteği doğrultusunda olduğu için çok şaşırtıcı değil.

Abdullah Gül bir yerlere mesaj vererek kendisine tevdi edilecek “görevlere” hazır olduğunu duyurmaya çalıştığı için siyasi bir manevra olarak anlaşılabilir.

Bülent Arınç’ın sözlerinde ise kenara itilmiş olan geçmişi önemli makamlarla dolu bir siyasetçinin sitemini sezmek mümkün.

Ama Meral Akşener’i anlamak gerçekten zor.

Grup konuşmasında söylediklerinden bir kısmına bakın:

“Gezi direnişi, Türk Gençliği için, yalnızca bir protesto değildir. Aynı zamanda, millî şuurun da, ayağa kalkmasıdır. Atalarından aldıkları yetkiyle, derde düşen milletin, gözünü açma mücadelesidir. (…)

 “Bugün meselemiz; istibdat karşısında, hürriyet için dik durabilme meselesidir. Çünkü, 1908’de istibdata karşı koyan ruh neyse, Gezi de odur. 31 Mart’ta, meşrutiyeti yıkmaya kalkışan darbecilerin, karşısında duran irade neyse, Gezi de odur. Demokrasi için seferber olan, o günün Türk Gençleri neyse, ağacına, parkına ve heykeline sahip çıkan, Gezi’deki Türk Gençleri de odur. (…)

“Türk modernleşmesinin önünde, her zaman engeller olacak. Her devirde, mutlaka yeni Derviş Vahdeti’ler çıkacak. Her devirde, bizi bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahlarımız olacak.”

Herkes Gezi’de olayların başlangıcında bazı çevrecilerin, marjinallerin ve liberallerin olduğunu; ama kısa süre içerisinde tüm aşırı sol grupların “orak-çekiçlerle” alan paylaşımı yaparak yerleştiğini ve protestonun şiddete dönüştüğünü biliyor.

Tonlarca alkolün tüketildiği, komün alanlarının oluşturulduğu, Marksist jargonun bol bol tüketildiği bir alandı eylem alanları ve bir dönemin “Asena”sı (dişi kurt) kabul edilen Meral Akşener, bunu “Milli şuurun ayağa kalkması” olarak tanımlıyorsa bizim de şaşırma hakkımız var sanırım.

Tabii bir de Osman Kavala hakkında söyledikleri var Akşener’in:

“Nitekim dün, “Saray Tiyatroları” eliyle galası yapılan, Osman Kavala davası, toplum vicdanına ve millet varlığına hançer vuran, binlerce yargı trajedisinden, sadece bir tanesidir. Yasama ve yürütmenin yanında, yargı yetkisinin de, saraydaki şımarıkların, nargile masalarına çerez edildiğinin, bir başka önemli kanıtıdır.”

PKK ve CHP’nin ölümüne sahip çıktığı “Kızıl Soros” lakabıyla bilinen Marksist ideolojiye sıkı sıkıya bağlı Osman Kavala’ya, ırkçılığı ve komünist düşmanlığıyla meşhur olan Nihal Atsız’a rahmet okuyan Meral Akşener sahip çıkıyor.

Tamam, işgal çetesine “en demokrat ülke” diyenlerin de, katil Esad’a “İslam mücahidi” muamelesi yapanların da, zalim Çin rejimi için “peygamberin yolunda” diyenlerin de olduğu bir dünyada kavramların tersyüz edilmesine alışalım da bunu biraz yavaş yavaş yapsanız diyorum.

Hepsi bir yana Akşener’in sözlerinde şöyle bir şey de dikkatimden kaçmadı.

31 Mart vakasından, 1908’den, Derviş Vahdeti’den, modernleşmeden söz eden ve bunları Gezi Parkı olayları üzerinden yorumlamaya çalışan İYİ Parti başkanı gerçekten de bu konuları biliyor mu yoksa eline tutuşturulan metni mi okuyor?

Öyle ya 31 Mart vakası’ndaki “Şeriat isteriz” sloganını Müslümanlar kadar gayrimüslimler de seslendiriyordu ve söylemek istedikleri, “Hukuk lafta kalmasın, uygulansın”dan başka bir şey değildi.

Eylemi bastıranlar İttihatçılardı ve sözlüklerinde hukukun “H”sine rastlanmazdı. Zalimdiler, katildiler, ırkçıydılar, darbeciydiler.

Dediğim gibi Akşener, gerçekten o dönemi bilerek mi konuşuyor?

Geçen günlerde Atatürk’e ait olduğu iddia edilen ve İslam’a hakaretlerin bulunduğu “Medeni Bilgiler” isimli kitabı okullarda ders kitabı olarak okutacaklarını söylemişti Akşener.

Tarihçi Murat Bardakçı, kitaptan alıntılar yaparak Akşener’in kitabın içeriğinden habersiz olduğunu belirtmiş ve şunları yazmıştı:

“Ben, Meral Hanım’ın “Medenî Bilgiler”i ciddî şekilde okuduğunu, hattâ bırakın okumasını, kitap hakkında etraflı bir bilgiye sahip bulunduğunu hiç zannetmiyorum. Zira bir politikacının bu kitabı parti teşkilâtına tavsiye edip arkasından da iktidara geldikleri takdirde ders kitabı yapacağını söylemesi ile kendi ayağına kurşun sıkması arasında hiç fark yoktur!”

Eğer Meral Akşener’in kitabın içeriğinden haberi varsa ve yukarıda aktardığımız sözleri bilinçli bir şekilde sarf ediyorsa ve buna rağmen tabanından ve toplumun genelinden bir tepki gelmiyorsa asıl tehlikeli olan ve “ülkenin ayağına sıkmak” anlamına gelecek durum budur.

 

KARANTİNA

Bilim kurulu toplandı ve kapalı mekanların çoğunda maske zorunluluğunu kaldırdı.

Zaten fiili olarak büyük oranda kalkmış olan maske mecburiyeti, resmen de kaldırılmış oldu.

Öyle görünüyor ki bazıları bundan pek memnun olmamış.

Bilim Kurulu toplantısı sonrasında alınan kararları değerlendiren Prof. Dr. Mehmet Ceyhan bunlardan biri…

 "Korunmak isteyenler maske takmaya devam etmeli" diyen Prof. Dr. Ceyhan, "Salgının nereye doğru gideceğini, evrileceğini kimse bilmiyor aslında. Kritik nokta bu. Yeni bir dalga gelecek mi, gelmeyecek mi problemi var" diye konuşmuş.

Aslında salgının başından beri felaket tellallığı yapan Ceyhan, yine beklenen açıklamalar yapmış.

Normalleşme için yapılacak tek şey kaldı diye düşünüyorum.

Mehmet Ceyhan eğer karantinaya alınırsa kaygılar azalır, sükûnet hakim olur, normalleşme başlar.

Bence de “kritik nokta” burası…