“Sanatçı” olduğu söylenen birinin dini değerleri aşağıladığına dair bir tartışma yaşandı ve bu düşük yoğunlukta da olsa halen devam ediyor.

Kimileri “sanatçı” olduğu için dokunulmaz olduğunu ima ederek “her şeyi” söyleyebileceğini iddia etti.

Kimileri liberal sapkınlığın zirvelerine çıkarak “hiçbir dini değerin” ifade özgürlüğünün önüne geçemeyeceği yönünde herzeler savurdu.

Kimileri tartışmaya çok anlamsız ve saçma bir yerden girerek aslında söylenen sözün “hakaret” anlamı taşımadığına dair malumatfuruşluğunu gözler önüne serdi. Oysa hem bunu söyleyenler hem de “sanatçı” olduğu söylenen kişi, yapılanın büyük bir kesim tarafından hakaret olarak algılanacağını ve asıl olanın hassasiyetlere özen göstermek olduğunu göz ardı etti.

Kimileri “yeni mahallesine” şirin görünmek için, kimleri siyasi konumunu ortaya koymak için rezilce söylemlere imza attı, kimileri kutuplaşmadan siyasi rant elde etme telaşına düştü.

Hasılı kelam çok sayıda yanlışa imza atıldı.

Avukat Serkan Ramanlı, sosyal medyada güzel bir “yanlışlar listesi” paylaştı, biz de listeyi Siyaset Gemisine alalım dedik.

“Dini değerlere yönelik hakareti, ifade özgürlüğü olarak değerlendirip hoşgörü ile karşılamak,

Dini değerlere hakaret edene yönelik fiili saldırı ve linç potansiyelini artırıcı aşırı söylemlerde bulunmak,

Hakareti değil, hakareti kınamayı eleştirmek,

Kanunda karşılığı olduğu halde, dini değerlere yönelik hakaret suçuna ilişkin resen adli soruşturma başlatmamak,

Hakaret suçuna ilişkin soruşturmada, tutuklamayı normal ve olması gereken rutin bir işlem gibi algılamak,

Siyasetçi, gazeteci ya da sanatçı kimliğinin, kişiye dini değerlere hakaret etme hak ve özgürlüğü bahşediyormuş gibi hukuk dışı değerlendirmeler yapmak,

Dini değerlere yönelik hakaret suçu için kanunda öngörülen cezanın caydırıcı olmaması..”

EN UCUZ ELEKTRİK

Enerji Bakanlığının büyülü bir havası olmalı.

Oraya gelen nedense Türkiye’nin içindeki dengesizlikleri, açlık ve yoksulluk sınırlarını, yaşam standartlarını görmez; ama rakamlar üzerinden çok iyi Avrupa kıyaslamaları yapar.

Şimdiki Enerji Bakanı Fatih Dönmez, yükselen enerji fiyatlarına getirilen eleştirilere karşı şunları söylemiş:

“Avrupa'daki başkentlere baktığımızda; elektik fiyatları, Türkiye'de son fiyat ayarlamasından sonra bile Avrupa'daki en ucuz elektrik kullanan üçüncü ülkeyiz. Bizden daha düşük, Sırbistan ve Ukrayna var. TL'ye çevirerek söylüyorum. Daha iyi anlaşılsın diye TL bazında söylüyorum."

Daha önceki Enerji Bakanlarından Hilmi Güler de, Berat Albayrak da neredeyse aynı şeyleri söylemişlerdi.

Türkiye’de enerji fiyatları ucuzmuş…

Daha iyi anlaşılsın diye TL’ye çevirerek söylüyormuş…

Hadi asgari ücreti, yoksulluk sınırını, açlık sınırını da “TL’ye çevirerek” kıyasla dersek herhalde “Sen kötü niyetlisin, yaptığımız onca iyi işi görmüyorsun” diyecekler.

Sanırım mesele en sonunda “enerji” konusunda düğümleniyor.

Biz “alt sınıflar” maruz kaldığımız “düşük enerji”den dolayı yeterli bir ufka sahip olamıyor “büyüyen Türkiye’yi” değil de “küçülen ekmekleri” görüyoruz. Ama Enerji bakanları ve onlar gibi “yüksek enerji”den beslenenler keskin gözleriyle uzağı görüyor, pratik zekalarıyla hesap yaparak bizim Avrupa’dan daha az enerji parası ödeyerek ne kadar mesut olduğumuzu görüyorlar.

Ama şöyle bir problem var.

Enerjide olduğu gibi seçimlerde de “enterkonnekte bir sistem” mevcut ve düşük enerjiden beslenenlerin tercihleri bazen elektriklerin kısmi olarak kesilmesine ve yukarıya daha az enerji gitmesine neden olabilir.

Alt sınıflar işte, her zaman “büyük resimleri” göremedikleri için sorunlara neden oluyorlar.

 

YAPTIKLARIMIZ YAPACAKLARIMIZIN TEMİNATIDIR

Ayasofya’nın tekrar “cami olarak” kullanılmaya başlanması dışarıyı rahatsız ettiği kadar içerideki “devşirmeleri” de rahatsız etmişti.

Kimi açıkça kimi de sosyal medyada maskelerin ardında kinlerini kusmuşlardı.

Bazıları bırakın Ayasofya’yı, Sultanahmet gibi yapıların da artık tarihi değer kazandıkları için müzeye dönüştürülmesi gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitti.

“Kininizle geberin” dedik ve fazla önemsemedik.

Ama şimdi fark ediyoruz ki, kalplerindeki kinin klavye ve ekranlarını kapladığı taife fırsat gözlüyormuş.

Şu haberden yola çıkarak söylüyorum bunu:

“Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nin 86 yıl sonra 24 Temmuz 2020 tarihinde yeniden ibadete açılmasını CHP'li İstanbul Büyükşehir Belediyesi kabullenemedi. Cami, İBB'nin internet sitesinde "Ayasofya müzesi" olarak tanıtılmaya devam ediyor.”

Mesaj açık: Ayasofya’yı cami olarak kabul etmiyorlar, etmeyecekler ve ilk fırsatta tekrar müzeye dönüştürmek isteyecekler.

Tabii asıl mesajı destek istedikleri dışarıdaki güç odaklarına veriyorlar ve demek istiyorlar ki “yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır.”