HDP’den ilginç çıkışlar her zaman dikkatimi çekmiştir.

HDP Eş Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırhan da PKK’ye yakın bir ajansa yaptığı açıklamada söyledikleriyle bir yerleri oldukça rahatsız edecek gibi.

Mustafa Kemal Atatürk yönetimindeki CHP'nin, Kürtlere 'özerklik' sözü verdiğini fakat bunu tutmadığını ifade eden Bakırhan, daha da ileri gitti ve şunları söyledi: "1923-1938 arasındaki tekçi ulus anlayışı Kürtleri katletti.”

Bakırhan, söyledikleri ile ideolojik anlamda çok çelişkili bir duruma da geliyor aslında.

Gittikçe birbirlerine daha da yaklaşan CHP ile HDP Atatürk konusunda nasıl uzlaşacak?

HDP kendi içinde çok mu rahat?

Mesela parti içerisinde Türk solu bu söylediklerine ne kadar katılıyor?

Hatta Demirtaş’ın deyimiyle “HDP projesinin” asıl sahibi olan Öcalan bu meselede nerede duruyor? 

Bakalım…

Öcalan’ın farklı zamanlarda “Avukat görüşmelerinde” sarf ettiği ve kayıt altına alınan Mustafa Kemal ile ilgili sözlerinden bir kısmını buraya alayım:

 8 Ağustos 2007 konuşması..

“Mustafa Kemal özünde bir kurtuluşçudur. Dönemin emperyalist devletlerine karşı bir kurtuluşçu ve cumhuriyetçidir. Bunun dışında Mustafa Kemal’e bir anlam yüklememek gerekir. Mustafa Kemal bunların dışında bir şey yapmamıştır, bunlardan daha fazlası da değildir. Mustafa Kemal ne Türk milliyetçisidir, ne solcudur, ne de başka bir şeydir..”

26 Aralık 2007 konuşması..

 “Kemalizmi bir parantez içinde değerlendirmek gerekiyor. O dönem İngiliz ve Alman ekipleri güçlüydü. Buna rağmen belli ölçülerde Sovyetlere de dayanarak bağımsız bir çizgi ortaya koymaya çalışmıştır. Bunda belli ölçülerde başarılı da oldu. Önünde kapitalizmden başka bir seçenek de yoktu. Bazı ilkeler geliştirdi. Bağımsızlık 1930’lara kadar söz konusudur. Ondan sonra Türkiye Cumhuriyeti emperyalizme bağlanmıştır. Kemalizm’i bu parantez içinde algılamak, bağımsızlığını böyle değerlendirmek gerekiyor.”

11 Ocak 2008 konuşması..

“Bunlar Kemalist olmadıkları halde Kemalist olduklarını söylüyorlar, yalan söylüyorlar, neden gerçek fikirlerini ortaya koyamıyorlar? Ya gerçek Kemalist olsunlar ya da Kemalist olduklarını söylemesinler. Ben M. Kemal’in olduğu yerdeyim, O’nun kıyamet kopardığı noktadayım. Bunları dile getirdiğim zaman bana Kemalist oldu diyorlar.”

27 Eylül 2004

“Mustafa Kemal'e bilimsel yaklaşırsak Kürtler'le kardeşliği gündeme getirmiştir. Bunun tarihsel belgeleri var. İzmit konuşmaları, ilk Meclis'in açılışındaki konuşmaları var. Bunları nasıl görmezden gelebilirim. Bunları görmezden gelmek ahlaki değildir. Mustafa Kemal bağımsızlıkçıydı. Mustafa Kemal'in milliyetçiliği kültür milliyetçiliğidir. Etibank'ı, Sümerbank'ı kurmuştur. Bunlar bile Mezopotamya kültürüne dayanıyor. Elbette Kürtler'e yapılan haksızlıklar vardı. Şeyh Sait isyanını da sorgulamak gerekir. O isyanların da dini, feodal bir yönü vardı.”

Şimdi Tuncer Bakırhan’a bir daha dönelim.

"1923-1938 arasındaki tekçi ulus anlayışı Kürtleri katletti.”

Yani Mustafa Kemal’in ülkenin “tek hakimi” olduğu dönem…

İstiklal mahkemelerinin, idamların, tehcirlerin, batılı değerlerin devrim adı altında ülkede uygulamaya sokulmasının, Dersimlerin yaşandığı dönem…

Bakırhan’ın, Öcalan’ın, CHP’nin, İyi Parti’nin çok farklı yerlerde durduğu ortada!

Ama kimse de ipleri tümüyle koparacak bir üslup kullanmıyor.

Şimdi biz bu duruma siyaset bilimindeki meşhur ifade ile “kontrollü çelişki” taktiği mi diyeceğiz yoksa “benzemezler ittifakı”nın çok da sağlam olmadığını mı düşüneceğiz?

Sor bir soru öyle değil mi?  

 

KAHVE VE DARBE

Kılıçdaroğlu, darbe gecesinde hep birlikte mücadele ettiklerini söyledi; ama bu arada kullandığı kelimeler ve üslubu çok ilginçti.

Bakın bana hak vereceksiniz:

"15 Temmuz darbe girişimi oldu. Hep beraber mücadele ettik. Hep birlikte yapıldı. Mücadele ettik. Darbecilere karşı çıkıldı."

Beş kısa cümle var; ama son kelimeler çok ilginç…

Oldu, ettik, yapıldı, ettik, çıkıldı…

Herkes paylaşılan “kahve içme” görseliyle darbe gecesinde Kılıçdaroğlu’nun ne yaptığını net olarak gördü aslında. Kendisi de yok” montajdı”, yok “düzmeceydi” gibi bir kelime de kullanmadı, yani iddiaları kabul etti.

İşte sanırım bu cümleleri kullandığında arada bir aklına “tankların arasından usulca” geçiş ve evde “keyifle kahve içerek” darbe görüntülerini izlemesi geldi.

Kendini işin içine koymaya çalıştıkça aklına içtiği kahvesi geldi ve sözlerini değiştirmek zorunda kaldı.

Oldu, ettik, yapıldı, ettik, çıkıldı…

 

SEN NEYMİŞSİN AKM!

Gazeteci Enver Aysever, eski AKM’nin yıkılmasıyla İstanbul’a zulmedildiğini savundu. Aysever, “Dünyanın hiçbir önemli ülkesi şehirlerine bu zulmü yapmaz. Anılarımız, belleğimiz silindi. Bu tamamen ideolojik bir tercihtir” dedi.

Bununla da yetinmedi Aysever, hızını alamadı herhalde.

Sultanahmet Camii’nin, Topkapı Sarayı’nın ve Aya İrini’nin yıkılmasıyla AKM’nin yıkılmasının eş değerde olduğunu öne sürdü.

Doğrusu ben de merak ettim, nedir bu AKM?

Enver Aysever’in “anılarımız, belleğimiz” dediği, Sultanahmet’le Topkapı Sarayı’yla Aya İrini’yle eşdeğerde gördüğü bu yapının tarihçesine bakayım dedim.

1946’da temeli atılmış. Öyle bırakılmış ve 1953’te Bayındırlık Bakanlığına devredilmiş. 1969’da tamamlanmış.

Bir yıl (1 yıl) kullanılmış ve 1970’te yanmış. 8 sene tadilatı sürmüş.

Yapı hem sağlam yapılmamış hem de iyi bakılmamış. O yüzden de 2005’te “ekonomik ömrünü” tamamlamış. Yıkımına karar verilmiş; ama Enver Aysever kafasındaki kimi kemalistler yapıya kutsallık atfettikleri için yargı kararlarıyla yıkım engellenmiş.

Komik olanı 1969’da yapımı biten binaya “tarihi koruma” kararı çıkarılmış.

Komik olan şeylerden biri de 1971 doğumlu olan Aysever’in sanki çok şey görmüş gibi “anılarımız, belleğimiz” diye söz etmesi…

En komik olan da 1500 yıllık Aya irini ile 600 yıllık Topkapı Sarayı ile 400 yıllık Sultanahmet camii ile eşdeğerde görmesi…

Kemalist sol hafızanın, sanattan, estetikten, mimariden, tarihten ne kadar anladığına dair güzel bir örnektir AKM hikayesi…

Anlayana…