İktidar ve muhalefet medyası neredeyse tamamen manipülasyon ve yönlendirme çabası içine girmeye başlamışlar.

İktidar cenahına baktığınızda muhalefetin feci bir dağılma süreci yaşadığını, istifaların muhalefet partilerini salladığını, ittifakın dağılmaya başladığını sanıyorsunuz.

Muhalefet medyasına göre ise iktidar kan kaybediyor, ittifak içinde görüş ayrılığı var, ayrılan partiler güçleniyor.

Peki, doğrusu ne?

Sanırım iki taraf da doğru söylüyor; ama işine geldiği kadarıyla.

Ülkede ekonomik kriz var doğru, iktidar partisinden ayrılan partiler var bu da doğru; ama hangi ölçekte?

Muhalefet partisinden demeyelim, muhalefet partilerinden ciddi ayrılmalar var. Öztürk Yılmaz, pek tutmasa da partisini kurdu. Mustafa Sarıgül, partisini ilan etti. Muharrem İnce ilan etmek üzere.

Ümit Özdağ’ın ihracı sonrası ciddi dalgalanmalar yaşadı Akşener’in partisi. İstifalar ve görevden almalar durdu gibi; ama gerginlik ve kaynamalar devam ediyor.

Uzun süre Selahattin Demirtaş’ın bir parti kurup HDP’den ayrılacağı konuşulurken, Ayhan Bilgen’in ses tonu yavaş yavaş yükselmeye başladı. İlk defa parti kurma kelimelerini telaffuz etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Oğuzhan Asiltürk ile görüşmesi sonrası Saadet’te de kafalar karıştı. Şimdiki Genel Başkan Temel Karamollaoğlu, çok fazla sesini yükseltmezken, önceki başkan Mustafa Kamalak tepki gösterdi. Asiltürk’ün ağırlığını göz önünde bulundurduğumuzda Kamalak’ın kafa karıştırmaktan öte bir şey yapmadığını söyleyebiliriz.

İktidar partisi, geliştirilen silahlardan, uluslararası arenada elde edilen başarılardan söz ederken içeride salgının da etkisiyle daha da ağırlaşan hayat şartlarından habersiz gibi görünüyor. Oysa Turgut Özal ve ANAP tecrübesinden ders almaları gerekiyordu. Özal da “Türkiye’nin itibarı arttı” derken yolsuzluk ve adam kayırmacılığı görmezden geldi ve bu da adım adım düşüşe geçmesine neden oldu.

İktidarın yönetememe, muhalefetin ise eleştirilerini hakkaniyet ölçüsünde yapamama gibi bir sıkıntısı var; ama iki tarafın medyası da çok farklı tablolar çiziyor.

Sanırım gerçeklerle yüzleşmekten korkuyorlar

DÜRÜST OLMAK ZOR MU?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, Yeniçağ yazarı Orhan Uğuroğlu, KRT TV programcısı Afşin Hatipoğlu'nun saldırıya uğraması ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Karar gazetesi yazarlarını hedef göstermesine ilişkin olarak, "Olanlar 80 öncesini çağrıştırıyor, gazetecilerin düşmanlaştırılması, hedef gösterilmesi doğru değil" yorumunu yapmış.

Söylem doğru; ama Kılıçdaroğlu bu konularda samimi değil.

Mesela neden “80 öncesi” diyor da “28 Şubat dönemi” demiyor?

28 Şubat döneminde darbenin ayaklarından birinin de “postal yalayıcısı” medya olduğunu herkes biliyor. Gazete ve televizyonların askerin arkasına sığınarak hükümeti tehdit ettiği dönemler de yaşadı bu memleket.

Bu arada en zor dönemlerde hakkı savunduğu için baskılarla karşılaşan, polis baskınlarıyla yüz yüze gelen, Genelkurmaydan tehditler alan, maliye ile sıkıştırılan yayın organlarına yönelik “destek” açıklaması zaten yapılmadı, aksine baskıcılara destek verildi, CHP zihniyeti tarafından.

Kılıçdaroğlu, yardımcısı Gürsel Tekin, “İktidara geldiğimizin ertesi günü bu gazetelere el koyacağız” dediğinde tepki göstermedi, bu yanlış bir şeydir, demedi.

Kılıçdaroğlu samimi değil.

Darbeyi destekleyen basına yönelik operasyon yapılmasına karşı çıktı; ama silahlı ve molotoflu saldırıya uğrayan Doğruhaber için bir açıklama yapmadı.

Kendi siyasi ittifakına yakın siyasetçiler ve gazeteciler baskı ve saldırıya uğrayınca sesini yükseltip onların dışındakilere kör ve sağır kalmanın “dürüst siyaset” ile bir alakası yoktur.

DEVLET SIRRI

Tayland’da, 60 yaşlarında emekli memur olan bir kadın krala hakaret ettiği gerekçesiyle 43 yıl altı ay hapis cezasına çarptırılmış.

“Bir hakaret için bu kadar ağır ceza olur mu?” diye düşünüyorsunuz tabii.

Benim aklıma ise hemen bir fıkra geldi.

Ülkenin birinde içip kafayı bulan bir sarhoş, sokakta 'öküz başbakan öküz başbakan' diye sayıklıyormuş. İki polis adamı karakola götürmüşler.

Sonra adam mahkemeye çıkmış. 30 yıl 6 ay ceza akmış. Cezaevine götürülürken bunun nedenini sormuş:

-Bu ülkede demokrasi vardı hani? Herkes istediğini söyler. Hem hakaretin cezası 6 ay değil miydi?

-Evet, başbakana hakaretin cezası 6 ay. 30 yıl ise devlet sırrını açığa vurma cezası.