Eskiden Abdurrahman Dilipak neredeyse her konferansında şu konuya özenle değinirdi.

“Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır.”

Eskiden derken 20 yıl kadar öncesini kastediyorum.

Tabii Dilipak hemen vergi rekortmeni olan fuhuş sektörünün başındaki gayrimüslim kadından söz eder ve onun vergilerinden “imamların maaşının ödendiğini” söylerdi.

Efendim bu konuya neden girdiğimi hemen izah edeyim.

Biliyorsunuz siyaset çevreleri bir süredir CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun vergi ile ilgili sözlerini konuşuyor.

Şunları söylemişti Kılıçdaroğlu:

 "Asgari ücretliyi vergiye tabi tutarsanız, yurtdışından gelip milyonları getiren adamdan bir kuruş vergi almazsanız. Biz emeklinin ve emekçinin hakkını savunacağız. Türkiye’den paraları götür, arkasından buraya getir ve vergi ödeme. Uyuşturucu paraları, organ ticareti yapanların paraları, fuhuş üzerinden ticaret yapanlar paralarını Türkiye’ye getirirse hiç vergi yok. Şu kendisini muhafazakar partisi olarak tanıtan partiye bakın.”

Ve şu tartışmalara neden olan ifadeler de CHP Genel Başkanına ait:

"Uyuşturucu ticareti yapan adamdan vergi alacaksın, organ ticareti yapan adamdan vergi alacaksın, kara parayla devleti dolandıranlardan vergi alacaksın."

Tabii AK Parti çevreleri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sözlerden dolayı çok sert bir şekilde yüklendi Kılıçdaroğlu’na.

Erdoğan’ın sevdiği paslardandı ve kendince defansı bir bir çalımlayıp topu doksana taktı:

"Uyuşturucu satabilirsiniz, örgütler kurabilir, organ mafyacılığı yapabilirsiniz demektir! Sen ne yapıyorsun? Kendinde misin ya? Gel bir de uyuşturucu örgütü kur bari! Bu ne sapkınlıktır?"

Aslında muhalefet cephesinde de bir şaşkınlık ve CHP genel başkanının açıklamalarından dolayı utanç yaşama” hali vardı.

Mine G. Kırıkkanat ise isyan etti adeta:

“Uyuşturucu tacirinden, organ ticaretinden vergi almak nasıl bir devlet anlayışıdır? Suç bunlar suç! Yasal faaliyet mi ki vergiye tabi olsun? Suçlunun malına, mülküne, parasına el koyar, hapse atarsın. Kemal Kılıçdaroğlu aklını mı yitirdi? CHP’de de herkes uyuyor mu?”

Yine de “kuyruğu dik tutmak” isteyen ve bu yüzden de Genel Başkanlarını haklı çıkarma derdinde olanlar da vardı.

Nitekim CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’den Kılıçdaroğlu’na destek geldi. Hamzaçebi, “Bir faaliyetin suç olması bu faaliyetten elde edilen kazancın vergilendirilmesine engel değildir” dedi.

Sonra artık klasikleşen “Kemal Kılıçdaroğlu çarklarından” birine daha şahit olduk. Kılıçdaroğlu, kastettiğim o değildi anlamına gelen sözler sarf etti:

“Çocuğun altına bez alırken vergi ödüyoruz, otobüse binerken vergi ödüyoruz ama dünyanın uyuşturucusunu kaçırıp Man Adası’nda tutan ve o parayı Türkiye’ye getiren adam, beş kuruş dahi vergi ödemiyor, beş kuruş dahi.”

Aslında tam da Kemal Kılıçdaroğlu’na hak verecektim; ama o tuttu çark etti.

İzah edeyim efendim.

Uyuşturucu insan sağlığına zararlı olduğu için “suç” olarak kabul ediliyor ve ticareti yasak.

İçki de insan sağlığına zararlı; ama hem suç değil hem de ticareti yapılıyor ve bu arada devlet bu ticaretten vergi alıyor.

Devlet gözetiminde fuhuş yapılıyor ve devlet bundan vergi alıyor. Haliyle vergilendirilmiş kazanç olduğu için” kutsal” olarak kabul ediliyor.

Kumar devlet gözetiminde yapılırsa ve vergisi ödenirse serbest; ama vergi ödememek için “kaçak” yoldan yapılırsa “yasadışı” olur ve suç kapsamına girer.

Şimdi soru şu: İçki, Kumar ve fuhuştan vergi alan devlet neden uyuşturucudan vergi almıyor?

Hepsi zararlı, hepsi suç, hepsi insan onurunu ayaklar altına alıyor, hepsi ahlaksızca işlere neden oluyor; ama “bazılarının” vergisi ödenince serbest oluyor.

İşte “kara para” denilen ve çok büyük suç gibi gösterilen kazanç da aslında “vergisi ödenmediği” için böyle karalanıyor.

Tekrar ilk açıklamaya dönecek olursak…

Asgari ücretin vergiden muaf tutulması önerisi son derece sağlıklı bir yaklaşımdır.

Sosyal devletin gereği az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmasıdır.

Türkiye gibi “3. Dünya ülkesi” standardından henüz çıkamamış ülkelerde sermaye kaçışını engellemek için “çok kazanandan daha az vergi” alıp “vergiyi tabana yayma” stratejisi uygulanır.

Hatta belli aralıklarla “büyük sermaye” sahiplerinin vergilerinde indirim yapılarak ya da “çok küçük rakamlara düşürülerek” rahat nefes almaları sağlanır. Tabii bu arada asgari ücretli “azami vergiyi” ödemeye devam eder.

Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği “Man adası” meselesi “mayınlı bir alandır ve bundan dolayı CHP genel başkanı dünyanın parasını Erdoğan’a tazminat olarak ödemek zorunda kalmıştır.

Gelelim “vergi cenneti” konusuna…

Doğrudur, bazı sermaye sahipleri, paraları ister “kara” olsun ister “ak”, daha az vergi ödemek için küresel ekonominin “kara deliklerinde” araştırmalar yapar, imtiyazlı yerleri bulur, daha az vergi vermek ya da hiç vermemek için çeşitli “katakulliler” yaparlar.

Hepsi kanuna uygundur; ama ne kadar ahlakidir işte o tartışılır.

Bu katakullilerin de en iyisini bir “hesap uzmanı” olan Kılıçdaroğlu bilir.

Mesela 1997’de 14 yaşında ortaokul öğrencisi olan oğlunu sigortalattığı ortaya çıkınca şöyle demişti:

“Bir firmada çalışmış, doğrudur. Sigortalı olmuş, o da doğrudur. Eğer yasaksa, yasadışıysa, çalışmadıysa hayhay, sizinle hemfikirim. Ama çalıştıysa niye itiraz ediyorsunuz.”

Sonra 2008’de 10 aylık torununu sigortalattı. Kağıt üzerinde kanuni olarak 10 aylık bebeğin işe girdiği ve iki gün çalıştığı iddia edildi. Amaç erken emeklilikten faydalanmaktı.

Dedim ya her şey kanuna uygundu; ama ne kadar ahlakiydi, işte o tartışılır.

Tabii ne iktidar ne de muhalefet işin o kısmında değil.

İki kesim de resmi olarak şu görüşe sahiptir:

“Kaynağı ne olursa olsun vergilendirilmiş kazanç kutsaldır.”

Bu arada laik devlet ile “kutsallık” arasında nasıl bir bağ var, onu da siz bulun.

Ben Siyaset Gemisine “ekonomi yüklediğim” için yoruldum.