SİYASET GEMİSİ

DEĞİŞMİYORLAR GELİŞMİYORLAR

Tarihi nerdeyse Cumhuriyetle eş olan Kemalist bir gazete her zamanki klasik din düşmanlığını gösterir bir haber yapmış ve bunu sosyal medya hesabından şöyle paylaşmış:

“Spor salonları Cuma namazlarına açılıyor.”

Bu tip haberleri sürekli yaptığı için okuyucularının da seviyesi aynı yerde kalıyor.

Değişmiyorlar, gelişmiyorlar…

Bakın size haberi yorumlayan birkaç “gazete okuru”nun söyledikleri…

Biri şöyle yazmış:

“Rezillik. Evlerinde kılsalar olmuyor muymuş?”

Diğeri bu yoruma cevap yazmış:

“Olur mu? Kim görecek evde kılarsa”

Biri spor salonunun cami olmadığını keşfetmiş…

“Demek ki evlerinde de kılabilirler..”

Biri gösteriyi aşmış, şova sarmış..

“Evde namaz kabul olmuyor mu, illa da şov mu olması lazım, anladık dindarsınız”

Bir diğeri propagandayı keşfetmiş…

“Evde namaz kılmak kabul görmüyor mu? Ha evde birilerinin propagandası yapılamaz pardon yaa”

Kimi espri bile yapıyormuş…

“Sonrasında 5 e 5 maç yapacaklar mı”

Kimi içindeki insan sevgisini öyle bir dışarı vuruyor ki, insanın gözleri yaşarıyor.

“Hacı içerideyken klimaları açmayı unutmayın. Allah kabul etsin.”

Zeka fışkıran espriler var ki takdir etmemek elde değil.

“Camilerin spora açılmasından iyidir.”

Bir de “camiler yetmiyor mu?” diye bağıranlar…

“onca koca koca camiler doldu taştı, sıra bunlara geldi. Okullar da boş, derslikler de açılabilir. Sağolsun diyanet...”

Boşuna bunlara “Cuma evde kılınmaz” izahatına girişmeyin, işe yaramaz.

Yağışlı havalardan dolayı bir de sosyal mesafe gözetildiği için cami içlerinin daha az kişi alabildiğini, bundan dolayı böyle bir yola başvurulduğunu da söylemenize gerek yok!

Şartlanmışlar…

Zaten ayrıntıya baksalar gazete de detayda bunu belirtmiş:

“Erzurum'da İl Hıfzıssıha Kurulu, "yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgınıyla mücadele" kapsamında camilerdeki yoğunluğun önüne geçilmesi amacıyla, belirlenen spor salonlarının cuma namazı için ibadete açılmasına karar verdi.”

Ama boş…

Değişmiyorlar, gelişmiyorlar.

80 yıl önce de 60 yıl önce de “gösteriş olmasın diye” Cuma namazlarını evde kılıyorlardı, şimdi de bunu tavsiye ediyorlar.

NE İÇİYORLAR?

Garip ve anlaşılmaz bir dünyaları var.

Gazetecileri daha önce yayınlanmış ve içinde “Atatürk leblebileri havaya atar, ağzıyla yakalardı” tarzında şeyler bulunan kitabını biraz süsleyip bir daha basar ve tanesini 2500 TL’den satar.

Satmaya çalışır değil, aynen ekmek peynir gibi satar.

Bir adam ya da kadın da çıkıp “Yahu sanki biri bizi enayi yerine koyuyor” türünden bir laf etmez.

Gerçekten ne içtiklerini merak ediyorum.

Bir tarafa kulaklarını tıkamışlar ve diğer taraftan gelen ne olursa olsun “kabul” diyorlar.

Bir de “özgür düşünme”, “prangalardan kurtulma” gibi cafcaflı laflar da ederler ki, tam anlamıyla çekilmez oluyorlar.

Bakın bir örnek vereyim.

Yılmaz Özdil, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ı eleştirirken bir şeyler yazmış. Birinci paragrafını alıyorum sadece:

“Asrın iftirasını bizzat manşet yapan, bu memleketin Atatürkçü, yurtsever, demokrasiye bağlı subaylarını “cami bombalayan, dinsiz katiller sürüsü, fuhuşçu casuslar” olarak sunan gazetecinin babası öldü… Hulusi efendi derhal taziye mesajı gönderdi, “duyduğunuz acıyı yürekten paylaşıyorum, size sabır diliyorum” dedi.”

Kim ölmüş de taziye sunulmuş kısmına takılmayın lütfen, çünkü anlatmak istediğim şey başka.

Suçlamaları da bir tarafa bırakalım ve Özdil’in subaylar için yaptığı tanıma odaklanalım:

“Atatürkçü, yurtsever, demokrasiye bağlı subayları”…

Atatürkçülükleri konusunda söz söylemeyelim. Yurtseverlik ise kriterlerin değişkenliğine göre değişebilir; ama ona da bir şey demeyelim.

Ama “demokrasiye bağlı subaylar” da ne oluyor?

Klasik, modern, post modern olmak üzere on yılda bir darbe yapan, darbe teşebbüslerinde bulunan, literatüre “e muhtıra” diye bir şey kazandıran subaylardan söz ediliyor, farkında mısınız?

Cumhurbaşkanı seçilecek kişi için “sözde değil özde laik olacak” diye yeni şartlar belirleyen, sivil bir etkinliğe karşı tankların yürütülmesini “demokrasiye balans ayarı yaptık” diye izah eden subaylarmış “demokrasiye bağlı” olanlar.

“Ama zaten Yılmaz Özdil, kendi “demokrasi anlayışını” anlatmak istemiş, neden şaşırıyorsun?” diyebilirsiniz.

Haklısınız…

Samsun’da HDP’li Ahmet Türk saldırıya uğradığında şöyle yazmıştı: “Yumruğunu “adaletin tokmağı” yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu.”

İşte asıl ilginç olan da bu!

Özdil’in “iyi kazandıran bir kemalistliği” var, “tanklara dayalı” bir demokrasisi var “halkın bir kısmını aşağılayan” bir halkçılığı var, onu anlıyorum.

Ama onun söylediklerine “Anıtkabir’den yayılan ışıltılar” muamelesi çekenleri yine de anlamakta zorlanıyorum.