Amerikan başkanlık seçimlerinde tabir yerindeyse “Yorgan gitti; ama kavga bitmedi” durumu yaşanıyor.

Dünya bir ay sonraki değişime hazırlanırken Trump, oyunbozan çocuklar gibi “ben yoksam size de oyun oynatmam” havasında.

Saygıdeğer bir basın mensubunun dediği gibi “devlet terbiyesi almamış” gibi görünüyor.

Mesela…

“Biden, Beyaz Saray'a ancak aldığı 80 milyon oyun hileli olmadığını ispatlarsa girebilir” demiş Trump.

Birçok kişi mızıkçılığına takılmış olabilir; ama bana başka bir şey çağrıştırdı.

Amerikan başkanı Türkiye yöneticileriyle, siyasetiyle, yargısıyla çok ilgilendi ve bu da kanaatimce huyunun değişmesine neden olmuş.

Nasıl mı?

Hukukta şöyle bir kural var: “Müddei iddiasını ispatlamakla mükelleftir.”

Yani suçlanan değil, suçlamada bulunan delillerini getirir ve yargılamada “masumiyet karinesi” esastır.

Ama uygulamada o iş öyle olmuyor.

Yargıda da siyasette de suçlayandan değil de suçlanandan “aklanma delili” isteniyor.

Ve inanın bana bu sistem bu ülkede öyle bir oturmuş ki, suçlayanın mesnetsiz iddiaları değil de suçlananın delil bulamaması sorun olarak görülüyor.

İşte Trump da bu kötü huyu kapmış gibi.

“Biden, Beyaz Saray'a ancak aldığı 80 milyon oyun hileli olmadığını ispatlarsa girebilir”

Bu sözün başka bir izahı var mı?

Tabii bu meseleye “kazanım” olarak da bakmak mümkün.

Bir dönem bu ülkenin başbakanı Afganistan’ın işgali konusunda “Amerika ikna olmuşsa biz de ikna olmuşuz” diyordu.

Neredeyse bir şeye canımız sıkıldığında “lanet olası federaller” demeye başlayacaktık ki, işin rengi değişmeye başlamış.

Amerikan başkanı bizden etkilenmiş, daha ne olsun.

 

TEORİK VE PRATİK ÇELİŞKİLER

PKK yöneticilerinden Murat Karayılan, israilli Jerusalem Post'a konuşarak, ABD’ye hiçbir zaman düşman olmadıklarını, Sovyetlerden ise uzak durduklarını söylemiş.

Karayılan da yaşlandı artık, ne dediğinin pek farkında değil.

Meselenin teori ve pratik arasındaki farklılıktan kaynakladığı bir dönem oldu tabii; ama bu arada Sovyetlerin çöküşünün üzerinden de 30 yıl kadar geçmiş durumda.

Evet, teori ve pratik diyorduk…

PKK Marksist bir harekettir ve bu Öcalan’ın Serxebun dergisindeki yazılarında okuyucunun gözlerine sokularak gösterilir. Her ne kadar Öcalan, İmralı sürecinden sonra yaşadığı “büyük aydınlanmanın” etkisiyle Marks ve Engels’i aşıp “Öcalanizm” adında yeni bir ideoloji ihdas etmişse de PKK kamplarında “bilimsel sosyalizm” derslerinin olduğunu çok sayıda katılımcı itiraf etmektedir.

Ama bu işin teorik tarafı tabii.

Pratikte ise Nazilerden bir farkı olmayan BAAS’ın Nasyonal Sosyalizmi ile de, liberal kapitalizmin en somut hali olan Almanya ve Fransa ile de, tek kutuplu dünyada emperyalizmin motor gücü durumundaki Amerika ile de işbirliğine gidilebilmektedir.

Tabii işbirliği dedikse birilerinin “kara gücü” olarak bölgesel denklemlerde piyon olarak sahaya sürülmeyi kast ediyoruz.

Yani Karayılan Amerika’ya hiçbir zaman düşman olmadıklarını söylediğinde haklıdır.

Öyle ya Amerika daha 1991’de “Çekiç güç” kapsamında bulunduğu dönemde NATO’da müttefiki olan Türkiye’ye karşı PKK’ye silah yardımında bulunmuş ve yardım görüntülerinin resimleri dönemin basınında yayınlanmıştı.

Ama meselenin Sovyetler Birliği ile ilgili olan kısmı problemli.

Günümüzde bölgesel denklem içinde Rusya var ve Suriye’de önemli bir rol oynuyor; ama Karayılan mağaralarda yaşadığı ölüm korkusundan mıdır nedir kendini yine 30 yıl öncesinde sanıyor ve değerlendirmesinin bir kısmında oraları yaşıyor gibi.