“Kemal Kılıçdaroğlu, 10 Kasım mesajında..” diye başlasam hemen birçoğunuz “yine bir gafa mı imza attı?” diyeceksiniz.

“Yine”, demekte haklısınız; ama bu seferki gaf falan değil.

Bakın ne demiş CHP genel başkanı:

"Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir. Bizim yapmamız gereken O’nun mirasını yükseltmektir. Biz, ikinci yüzyıla Cumhuriyet’i demokrasi ile taçlandırarak girmemiz lazım.”

Yani “1923-50 arası kimse yapamadı da demokrasiyi biz getireceğiz” mi demek istiyor?

Yenilir yutulur bir şey değil.

Bir de şu var. Demokrasi çok da matah bir şey değil. Bir defa iyi bir şey olsaydı Atatürk getirirdi. Atatürk’ün koltuğunda oturan biri “Ben onun yapmadığı şeyi yaparım, taçlandırırım” falan diyorsa o koltuğa oturtulmamalı.

Atatürk’ün partisi ne hale düşmüş, görüyor musunuz?

**

Sosyal medyada #seyitrıza tagının altına çok ilginç şeyler yazıldı.

Eskiden Kemalizm’den vazgeçemeyen “utangaç aleviler” Dersim Katliamının ve Seyit Rıza’nın idamının arkasında Mustafa Kemal’in bulunmadığını ispatlamak için binbir takla atarlardı. “Atatürk hastaydı, haberi yoktu” diyenler mi istersin, “Suçlu İnönü’dür” diyenleri mi, yoksa Celal Bayar’ı suçlayıp hem Atatürk hem de İnönü’yü aklayanları mı?

Ulusalcı Kemalistler ise bu konuda oldukça rahat. Seyit Rıza ve Dersimlilerin Mustafa Kemal tarafından öldürüldüğünü o kadar rahat ve alaycı bir üslupla dile getiriyorlar ki, biz bile şaşırıyoruz.

Kimi darağaçlarında asılmış insanların resimlerini paylaşıp “işte böyle yaparız” derken kimileri de Atatürk’ün katliamdan sonra sigara içip resim çektirdiğini iddia etti.

Bu arada son paylaşımlarda köken ve halen yerleşik olarak Dersimli olanlarda büyük bir kırılmanın yaşandığına şahit oldum.

Mesela biri şöyle yazdı:

“Dersimli değil Tuncelili bir Kemalist olarak benim atam  #seyitrıza değil #ATATURK’e yoldaş olmuş #Dİyabağa dır. Seyit Rıza feodalizmin Diyabeti ağa Cumhuriyetin temsilcidir.”

(Diyap Ağa’yı Diyabeti ağa diye yazması herhalde kullandığı cihazın azizliğidir)

Bu paylaşımın altında hem tepki gösterenler hem de destekleyenler vardı.

Tepki gösterenler katliamlardan, evlatlık verilen çocuklardan, babanın gözleri önünde asılan çocuktan söz ederken, destek verenlerin “feodalite-cumhuriyet” kavramını kullanması dikkat çekti.

Aslında olayı bir “kırılma” olarak değil de “işlem tamam” olarak da yorumlayabiliriz.

Öyle ya bir Dersimli olan Kılıçdaroğlu, Atatürk’ün koltuğunda, CHP’nin başında bulunuyor. Ve Kılıçdaroğlu kendisine sorulan “Seyit Rıza kimdir?” sorusuna “Seyir Rıza bir insandır” diye cevaplıyor.

Yani evet, “işlem tamam” diyebiliriz.

**

Berat Albayrak’ın bakanlık koltuğunu bırakması ve sonrasında yapılan açıklamaları şaşkınlıkla izliyorum.

Aslında 10 yılı aşkın bir zamandır SİYASET GEMİSİ hazırlamak için siyaseti takip eden biri olarak şaşırmamam lazım; ama itiraf etmeliyim ki bu sefer “bu kadar da olmaz ki” noktasındayım.

Berat Albayrak gerek Enerji Bakanlığı gerekse de Ekonomiden sorumlu bakan olarak görev yaptığı dönemde sürekli ve genellikle “damatlığı” üzerinden eleştirilerin odağında oldu.

Her zaman uygulamalarından çok Erdoğan’a olan yakınlığından dolayı hedefe kondu ve kendisi için bazen aşağılamaya varan ifadeler kullanıldı.

Ekonomiden fazla anlamayan biri olarak ben daha çok “tepeden bakması” ve “tuzu kuru” biri olarak zamlar ve döviz kuru üzerinden yaptığı açıklamalarından rahatsız oldum. Tabii ne kadar yetenekli olursa olsun Erdoğan’a bu derece yakın olan birinin devlette böyle önemli bir göreve getirilmesinin de ahlaki olmadığı kanaatindeyim.

Berat Albayrak’ın görevden ayrılması sonrası tümüyle ona karşı olanların bu kez bu istifa üzerinden Erdoğan’a yüklenmesi itiraf etmeliyim ki beni şaşırttı.

Kılıçdaroğlu’ndan Babacan’a, Akşener’den Davutoğlu’na, köşe yazarlarından bazı akademisyenlere hepsi “kriz var” lafları ediyor.

Tamam, muhalefet, muhalefet etsin de biraz da ciddiyet olması gerekmiyor mu?

Aklıma Merhum Nasreddin Hoca ve bir fıkrası geldi.

Nasreddin Hoca ile oğlu kasabaya gidecek. Hoca eşeğe biniyor, oğlu da yürüyor.

Yolda bir adama rastlıyorlar, adam “Utanmıyor musun, Hoca,” diyor, “kendin eşeğe binmişsin, küçücük çocuğu yürütüyorsun.”

Hoca, kendisi eşekten inerek oğlunu eşeğe bindiriyor. Bir süre sonra yine bir adama rastlıyorlar, o adam da oğlanı azarlıyor, “Yaşlı başlı baban yürürken sen eşeğe binmeye utanmıyor musun?” diye.

Bu kez ikisi birlikte eşeğe biniyorlar ve yine bir adama rastlıyorlar. Adam, “Sizde hiç insaf yok mu yahu, ikinizi birden zavallı hayvancık nasıl taşısın?” diyor. Bunun üzerine ikisi de eşekten iniyor ve yürümeye başlıyorlar ve yine bir adama rastlıyorlar, adam, “Sizde hiç akıl yok mu, eşeğe binsenize,” deyince, Hoca oğluna, “Gel,” diyor, “tut şu eşeği”.

İkisi birlikte eşeği sırtlarına alıp kasabanın yolunu tutuyorlar.