Deprem sonrası canını dişine takmış çalışıyordu ekipler.
Her kurtulan can onlar için de can oluyor, sevinç oluyordu.
Cenazeler kahrediyordu onları.
Tam 91 saat sonra bir bebek çıkarıldı enkazın arasından.
Onu koruyan, elbette ki Allah’tı.
91 saat yemeden içmeden nasıl yaşardı ki bir bebek?
“Allahu Ekber” diye tekbir getirdi onu çıkaranlar.
Sonra bu “Allahu Ekber” sesi birleşti, gürleşti ve tüm ülkeye yayıldı.
Ama bu tekbirler bazılarının ayarını bozdu.
Tıpkı 15 Temmuzda olduğu gibi…
Karamsarlıkları hem kalplerine hem de yüzlerine yansımış birileri rahatsız oldu tekbirden.
“Tıpkı Arabistan gibi” dedi biri.
“Allahuekber diye bağırmaktan ne zaman vazgeçecek bizim insanımız” diye tepkisini dile getirdi bir başkası.
“Çocuğu kesiyorlar sandım, tekbir ne ya!” dedi bir yaratık.
“Ellerim titriyor” dedi şeytandan ilham alan biri.
Ulusalcıydılar, vatanseverdiler akıllarınca; ama vatan için marş yazan Akif,
“Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde inlemeli” demişti. Bu çok da umurlarında değildi; çünkü zihinlerinde çoktandır “Onuncu yıl marşını” yerleştirmişlerdi “İstiklal marşı”nın yerine.
Beş vakit ezan okunan bir memlekette yaşayacaksın ve “Allahu ekber”e karşı böyle nefretle dolu olacaksın, olacak iş mi? Bu karamsarlık, bu nefret tevekkeli boşuna değilmiş.
Halkın darbeye direndiği gece “okunan ezanlara, selalara neden kızıyorlar?” diyenlere de cevap vermiş oluyorlar.
“Çocuğu kesiyorlar sanmış” ayarı bozuk beyinsiz!
Kurtarma nedir, yardım nedir, fedakarlık nedir hiç bilmediği için böyle saçmalıyor işte.
Bir de her olay bazıları için içindekini “kusma” fırsatı olarak görülüyor.
Özellikle “Allahu ekber” sesi bazılarının ayarını fena şekilde bozuyor.
**
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, “Artık Erdoğan’ın sokakta yürümesi kolay değil” demiş.
Gerçekten bazı siyasilerin zihin yapısını anlamakta zorlanıyorum.
Devletin kılcal damarlarına kadar girmiş bir örgütün darbe teşebbüsünü önlemişsin ve ona karşı 5 yıldır operasyon yapıyor; ama bitiremiyorsun ve biri çıkıyor “neden sokakta yürüyemiyorsun?” diyor.
Avrupa ve Amerika ile örtülü bir savaş halindesin, istihbaratlar cirit atıyor, bombalar patlıyor, PKK’ye dünyanın büyük devletleri silahlar veriyor ve hepsi açıkça “Erdoğan’ın gitmesi” gerektiğini söylüyor sonra da biri çıkıyor ve “artık sokakta yürüyemiyor” diyor.
Babacan da “muhalefet”in ne olduğunu yanlış anlayanlar kervanına katılmış anlaşılan.
***
Günlerdir Amerikan seçimleri konuşuluyor.
Kimileri Trump’ın tekrar seçilmesinin felaket olduğunu söylerken kimileri ise Biden’in belirsizlik ve kaoslara neden olacağını söylüyor.
Herkes kendi penceresinden kendi ideolojik ya da çıkar hesaplarına göre konuşuyor aslında.
Biz simgelerden söz edelim diyoruz.
Demokratların simgesi “eşek” iken, Cumhuriyetçilerin simgesi “fil”dir.
Yani…
Biden “eşek”, Trump ise “fil” oluyor.
Demokrat ve Cumhuriyetçilerden bağımsız olarak Trump ve Biden üzerinden düşünürsek…
Fil ve eşek…
Uyuyor değil mi?
**
Geçenlerde şöyle bir haber dolaştı medyada:
“Ekonomi uzmanı Prof. Dr. Seyfettin Gürsel de tele-dolandırıcıların kurbanı oldu. Özel bir üniversitede görevli Prof. Dr. Gürsel'e, geçtiğimiz günlerde telefonla ulaşan tele-dolandırıcılar, bankadan aradığını söyleyerek hesap işletim ücreti olan bin 321 liranın iadesi için TC kimlik numarasını ve anne kızlık soyadını paylaşmasını istedi. Ekonomi profesörü de bilgilerini verdi. Daha sonra telefonuna mesaj olarak gelen şifreyi dolandırıcıya veren Prof. Gürsel'in telefonu kapandıktan 10 saniye sonra gerçek banka görevlisi, Gürsel'e ulaşarak dolandırılmaya çalışıldığını söyledi.
İncelemede Gürsel'in hesabındaki paranın 25 bin lirasının başka hesaba aktarıldığı anlaşıldı.”
Seyfettin Gürsel özellikle “işsizlik” konusunda “uzman” konumunda tutuluyor ve etrafa durmadan akıl veriyordu. Eleştirileri oldukça sertti.
Keza faiz konusunda da sürekli hükümeti eleştiriyor, faizin düşürülmesine karşı yazılar yazıyordu.
Şöyle cümleler kuruyordu mesela:
“Katılaşmış bir enflasyonu bırakın yüzde 5’lere çekmeyi, tek haneye indirmek için bile daha sıkı bir para politikası, farklı söylersek yüksek reel faizler ve sıkı maliye politikası gerekir.”
Demem o ki, oraya buraya “akıl verirken” biraz da kendine bakmalı insan.
Umulmadık yerden gelebiliyor darbe.
Buyurun size bir fıkra:
Gariban bir köylü şehre inmişti. Büyük bir mağazada iki kişinin karşılıklı oturup konuştuklarını gördü. İçerde bir masa ve üç dört koltuktan başka bir şey görünmüyordu. Merak etti ve içeri girdi:
- Selamünaleyküm ağalar.
- Aleykümselam hemşerim ne istiyorsun?
- Merak ettim acaba burada ne satıyorsunuz?
Köylü ile dalga geçmek isteyen satıcı sırıtarak cevap verdi:
- Eşek satıyoruz.
Köylü de taşı gediğine yerleştirdi:
- Sadece ikiniz misiniz yoksa daha var mı?