Bazı çevrelerde çok klişe bir laf vardır: “Dinin siyasete alet edilmesi.”
Dindar bir siyasetçiyi içlerine sindiremedikleri için dindarlığından kaynaklanan bir söyleminden ya da eyleminden yola çıkarak bu suçlamaları yaparlar.
Peki, gerçekten de “dini siyasete alet eden” politikacılar yok mu?
Elbette var.
Yakın tarihte bunun en iyi örneği Süleyman Demirel’di. Normalde seküler bir yaşam tarzına sahip olan Demirel “nabza göre şerbet” vermesiyle ünlüydü.
Kabul etmek lazım, adama yakışıyordu ki, çok fazla eleştiri konusu olmuyordu.
Dedik ya, bazı kesimler için klişe bir laf diye…
Yaşam tarzı ve geçmişten günümüze fikriyatı belli olan Erdoğan, Ayasofya’yı açtığında bu tutum “dinin siyasete alet edilmesi” olabiliyordu; ama ailesi ve sosyal çevresiyle nerede durduğu belli olan bir İmamoğlu’nun Eyyup Sultan’da “Yasin okuması” dikkati çekmiyordu.
Laik Kemalist çevrelerde dillendirilen “dinin siyasete alet edilmesi” suçlamasının ideolojik bağnazlıktan ve nefretten kaynaklandığını herkes tahmin edebilir. Bunun anlaşılmayacak bir tarafı yok.
Anlaşılması zor olan şey İslami bir birikime sahip olmasına rağmen “bir yerlere yaranma” kompleksine kapılan kimi isimlerin bu argümana sarılmasıdır.
Hayri Kırbaşoğlu mesela…
İlahiyatçı Prof. Hayri Kırbaşoğlu, şunları söylemiş: “Ayasofya kararı, dinin siyasete alet edilmesidir, çaresizlik kararıdır; dini karşılığı yok.”
Kırbaşoğlu’na birkaç soru soralım istiyoruz.
-Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesinden sonra günümüze kadar Türkiye Müslümanlarının “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın” dediklerinden haberiniz var mı?
-Sultanahmet Camii’nin kütüphane yapılma kararı, resim sergisi için kullanılma kararı, kubbelerinden aydınlatma için delikler açılması kararı için ne diyorsunuz? Teşebbüste kalan bu taleplerin sahiplerinin zihin dünyasını sorgulamak ister misiniz?
-Kemalist tek parti döneminde resmi kayıtlara göre satışa çıkarılan 2815 cami ve mescit neye alet edildi?
-Kemalist kesimin camileri satarken, ahır ve depo olarak kullanırken sığındığı “ülke savaş halindeydi” iddiasının tutarsızlığı hakkında bir şey söylemek ister misin? Öyle ya camilerin ahır ve depo olarak kullanıldığı yıllarda ülke herhangi bir savaş ortamında değildi.
Bu kadar soru yeter.
**
İbrahim Karagül, şunları yazdı:
“15 Temmuz başarılı olsaydı Ayasofya kilise yapılacaktı.
İstanbul'un Avrupa yakası onlara verilecekti.
Böyle anlaşmışlardı.
"Zulüm 1453'te başladı" diyenler nerede!”
Ayasofya’nın açılması sevindirici; ama biraz kontrollü olmak gerekiyor.
Benim kanaatim şu:
Sanki bazılarına fazla coşku iyi gelmiyor.
**
Nevşin Mengü, şoku atlatamamış olmalı ki, şöyle garip ifadeler kullandı:
“Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi kararı verilen kurtuluş mücadelesi sonrası özgüven kararıydı. Kurtuluş savaşının muzafferleri İstanbul’a sahip olduklarına emindi. Şimdi verilen karar ise iktidarın özgüvensizliğini yansıtıyor.”
Dedik ya Nevşin’in yaşadığı şok tarihi, coğrafyayı ve hatta psikolojiyi allak bullak etmiş.
Kurtuluş savaşı fiili olarak 1922’de bitti.
İngilizler 1923’te İstanbul’u terk ettiler.
Ayasofya 1934’te müzeye çevrildi.
Bu nasıl bir özgüvendir ki, ancak 11 yıl sonra kendini gösterebiliyor?
**
Fatih Altaylı, Ayasofya’nın “Kılıç Hakkı” olduğunu savunan Murat Bardakçı’ya cevaben israil’in de aynı gerekçe ile Müslüman ibadethanelerini kapatmaya kalkışabileceğini söyleyerek, “Kılıç Hakkı” söyleminden vazgeçilmesini söyledi.
Altaylı’ya bazı şeyleri “Ali topu at” tarzında anlatmak gerekir sanırım.
Murat Bardakçı, 2018’deki bir yazısında meseleyi izah etmiş:
“İslâm hukukunun bir kavramıdır, gayrımüslimlerin yaşadığı ve savaşılarak ele geçirilen topraklarda fetihten sonra hukukun izin verdiği bazı tasarruflardır ve bu tasarrufların başında, o beldenin en büyük ibadethanesinin olarak camiye çevrilmesi gelir… İbadethanelerin adedi fazla olduğu takdirde en büyüğünün yanısıra birkaçı daha cami yapılabilir ama o belde savaş ile değil de karşı tarafın “aman istemesi”, yani teslim olması ile ve kılıç çekilmeden, yani kan dökülmeden alındı ise kılıç hakkı tatbik edilmez.”
Şimdi bak Fatih Altaylı!
Filistin toprakları, Osmanlı ve İngilizler arasındaki savaşta el değiştirdi. İngilizler o toprakları Siyonistlere hediye etti.
Yani Siyonistler oraları savaşarak almadılar. İngilizlerin desteğiyle çöktüler, terör faaliyetleri ve katliamlar yaptılar.
Kaldı ki, Siyonist çete hiçbir hukuka ve insani ilkeye riayet etmiyor ki…
**
Ayasofya tartışmalarında çok şey söylendi; ama bazı sözler iz bıraktı.
Burcu isimli sosyal medya kullanıcısının mesajı çok anlamlıydı:
“Ses akustiği en iyi camii Ayasofya’dır. Ezan okunduğunda Amerika’dan Vatikan’a Londra’dan Tel’aviv’e duymayan kalmayacak...”
Eyvallah…
Gerçekten de duymayan kalmadı.