Abdulkadir Selvi’yi biliyorsunuz, Hürriyet’te köşe yazarıdır.

Ankara’da “bazı yerlerle” kurduğu dostluklar kulis bilgilerine ulaşmasına imkan tanıdığı için kimilerine göre “dikkatle takip edilmesi” gereken biridir.

Özellikle hükümetle ilgili konularda “içeriden konuşması” çok dikkat çekici bulunmaktadır.

Çevrenin biraz da çekinerek bakması Selvi’de ciddi bir hava oluşturmuş, tüm siyasi alanla ilgili öngörülerde bulunmasına neden olmuştur.

Büyük ihtimalle “birilerinin” kulağına fısıldadığı şeyleri gizemli bir havayla “istihbarat bilgisi” gibi sunma alışkanlığı da vardır. Öngörülerinin de verdiği bilgilerin de büyük kısmı tutmuyor; ama nedense kimse buna takılmıyor.

Genel kanaat şudur: “Selvi yazmışsa bir şey vardır.”

Selvi, geçenlerde PKK’nin Kulp kırsalında bir aracı havaya uçurarak gerçekleştirdiği katliam üzerinden bir yazı kaleme aldı. Yazıda İçişleri Bakanı S. Soylu’yu savunayım derken yine klasik “istihbarattan yemlenen gazeteci” pozları takındı. Yazısında şöyle bir bölüm vardı:  

“PKK’ya tek bir laf edemeyenler, “Kulp’un gariban Kürtlerini niye katlettin?” diyemeyenler, “Hani sen Kürtlerin davasını güdüyordun, Kürtleri niye katlediyorsun?” diye hesap soramayanlar İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya saldırmaya başladı.

Dikkat ettim, tek birinde PKK’ya yönelik en ufak bir tepki yoktu. Ama varsa yoksa Soylu’ya hakaret ediyorlardı. Bir süre bu mesajları izledim. PKK’lılar, Hizbullahçılar ve FETÖ’cüler el ele vermişti.

Tabii patronları aynı olunca…”

Gülüyorsunuz, tabii, çünkü gülmemek elde değil!

Katliamı PKK yapmış ve birazcık insani değere sahip herkes olayı lanetlemiş; ama Selvi ayrı gözlükle bakıyor. Kimi sol çevreler PKK ismini kullanmadan “Bir patlamadan ve ölenlerden” söz etti ki, bu her zaman yaptıkları şeydi.

Selvi’nin İçişleri Bakanını savunmasını anlarım, çünkü onun izni olmasa yazılarında kullandığı bazı “bilgilere” erişmesi mümkün değildir.

Ama Selvi, değme matematikçilerin içinden çıkamayacağı bir “denklem” kurmuştur.

Şimdi denkleme bakalım.

PKK, FETÖ, Hizbullah…

Üçünün de patronu birmiş!

Açalım…

PKK, hem devletle çatışmış hem de masaya oturmuş bir örgüt. Üstelik resmi olarak da değil, istihbarat ile görüşmüş!

FETÖ, devlet içinde örgütlenmiş, darbeye teşebbüs etmiş, zamanında Abdulkadir Selvi gibi gazetecilerin desteğini almış bir örgüt.

PKK ile FETÖ, 6-8 Ekim olaylarında net olarak işbirliği yapmış, FETÖ’cülerin yoğunlukta olduğu asker ve polis lojmanlarında HDP’ye oldukça yüksek oy oranları çıkmış.

Hizbullah ise defalarca hem PKK’nin hem de FETÖ’nün hedefi olmasına rağmen Abdulkadir Selvi nasıl oluyor da üçünü bir ve beraber olarak zikrediyor?

Ha bir de gizemli bir “patron bir” iddiası var ki, Selvi’ye feci bir hava katıyor.

Bu, aslında bir balonun patlaması olayıdır.

Hayır, Selvi’nin Gülen ile olan fotoğraflarından, Gülen’i yere göğe sığdıramadığı yazılarından PKK’den söz ederken kullandığı “silahlı mücadelesi olan Kürt siyasi hareketi” türü garip ifadelerinden söz etmeyeceğim.

Sosyal medyada PKK’yi eleştirdiğinde “Hizbullah avukatı” olarak suçlanan bazı tiplerin, maske ve kodların arkasına saklanan ne idüğü belirsiz organizmaların katliamdan çok hükümeti ve İçişleri Bakanını eleştirmesinden yola çıkan Selvi, çokbilmiş bir istihbaratçı edasıyla “patronları bir” gibi gizemli ifadeler kullanıyor.

Hayır yani, Soylu’nun da Erdoğan’ın da eleştirilecek dünya kadar uygulaması var ve zaten bunlar eleştiriliyor. Kaldı ki, Abdulkadir Selvi, Süleyman Soylu için hakarete varan eleştirilerde bulunan CHP’liler için aynı şeyleri söylemiyor.

İşin aslı…

İşin aslı şu ki, Selvi, ne çok derin bir analizci, ne de “önemli” yerlerden önemli bilgiler alan bir gazeteci. Ortada büyük bir balon var ve Selvi’nin kurduğu bu son korelasyon “Selvi balonunun” belirgin bir şekilde patlamasına neden olmuştur.

ZİHİNLERDEKİ VİRÜS

Yazısına şöyle bir başlık atmış Yılmaz Özdil: “Vücuttaki virüsten kurtulmak için, zihinlerdeki virüsü temizlemek gerekiyor.”

Bir dönem Ergenekon ve darbe davalarında tutuklanan TSK mensuplarını gündem edip mevcut hükümete sataşmış.

Önce şunu bir tarafa not edin:

Hükümete sataşmak için çok konu var; ama eğer Yılmaz Özdil gibi eski dosyalar üzerinden gidecekseniz zararlı çıkarsınız.

Tamam, yargı ve poliste güç elde etmiş olan, Erdoğan’ın da güçlenmelerinde payı bulunan Gülen’in adamları, kendilerine tehlike olarak gördükleri Kemalist-Ulusalcı gruba karşı deliller uydurdu, delillerle oynadı, gizli tanıkların uydurma ifadeleriyle dosyalar oluşturdu; ama…

Ama tüm bunlar, asit kuyularını, yargısız infazları, yargı mensuplarını -lojman bahçelerine bomba atarak- hizaya getirme çabalarını, darbe hazırlıklarını, siyasete ayar verme çabalarını, basını dizayn etmeyi unutturmamalı.

Bırakın 28 Şubat günlerini 27 Nisan e-muhtırasında bile nasıl heyecanlandığınızı unutmadık. Seçimin, sandığın bir şey ifade etmediğini, “sözde değil özde” diye formatı belirlenmiş bir yolda yürünmesi gerektiğini, aksi takdirde Yargıtay’ın gazete kupürleriyle parti kapatma davası açabildiğini, Anayasa Mahkemesi diye bir kurumun her an sizi sahne dışına alabileceğinin vaki olduğu dönemi yaşayanlar iyi hatırlar.

Şimdi baştaki cümleye bir daha dönebiliriz.

“Vücuttaki virüsten kurtulmak için, zihinlerdeki virüsü temizlemek gerekiyor” diye yazmış Özdil.

Bilimsel olarak çok bir şey ifade etmese de doğru bir söz; ama kime göre.

Mesela bana göre yüz yıla yakındır kimi muktedir batıcıların zihnini işgal eden virüs nedeniyle halk büyük acılar çekti. Faşist zihniyetin “halka rağmen halk için” siyasetinin sonucunda dayatmalarla halk, inanç değerlerinden koparılmak istendi. Yaşam tarzına müdahale edildi, dini değerleri aşağılandı. Dünya teknoloji alanında gelişmeler gösterirken, bizde heykel yapma yarışı vardı.

Ama garip olan şey şu ki, dünyada onca değişime ve gelişmeye rağmen virüsün işgal ettiği zihinler aynı yerde. Halen tek tipçi, ırkçı, halka tepeden bakan, heykelci, alkol tüketimini gelişmişlik seviyesinden sayan bir kesim kendini memleketin sahibi sanıyor.