“Evde kal” kampanyaları ve virüse karşı önlemler, beraberinde çok sayıda işyerinin kapanmasını ve işsizliği de getirdi.
Yardım kuruluşları, gıda kolileri ile sıkıntıların en azından bir kısmını giderme çabasına girişti. Sonra valilikler ve belediyeler de kampanyalar başlatıp ihtiyaç sahiplerine gıda kolisi ulaştırma çabasına girişti.
İstanbul Belediyesinin gıda kolisi belirlenen fiyattan dolayı çok tartışıldı.
Fiyat 150 TL olarak belirlenmişti; ama bazıları içeriğine bakarak bunun 100-110 hatta 70-80 TL’ye mal edilebileceğini söyledi ve bu da beraberinde “peşkeş” iddialarını getirdi.
İBB sözcüsü son bir hamle ile pakete hijyen paketi de eklediklerini söyleyip rakamı normalleştirmeye çalıştıysa da mızrak çuvala sığmıyordu.
Her konuda İslami kesimlere laf çakan Eliaçık ve İslamoğlu’ndan nedense bir eleştiri görmedik; ama Soner Yalçın ilginç laflar etti.
Fatih Portakal’ın “Gıda kolisi” fiyatını eleştirmesine şöyle cevap verdi Soner Yalçın:
“Sevgili Fatih Portakal... İBB’nin 150₺ yardım kolisi içindeki yiyeceklerin fiyatının o değerde olmadığını söylüyorsun... Benim gibi sen de kaliteli beslenmeye önem veriyorsun... Benim alışveriş yaptığım yerdeki fiyat şu:
Yani... 212₺.
Gıdaların kalitesine göre değeri değişir..”
Metindeki hiçbir şey dikkatinizi çekmediyse ve “Klasik bir Kemalistin CHP belediyesini savunması” diyorsanız bence bir daha okuyun.
İlginç iki ayrıntı var.
Bir tanesi toptan alınarak oluşturulan gıda kolisi ile bir market fiyatını kıyaslaması…
“Yılmaz Özdil ile aynı gazetede yazıyor ve ondan dolayı halkın zekâsıyla alay etmesi normal” diyebilir ve işin içinden çıkabilirsiniz. Size hak verebilirim.
Ama ikincisi kabul edilebilecek gibi değil. Neden mi? İzah edeyim.
Siz de birçok kimse gibi Soner Yalçın’ı ulusalcı bir Kemalist araştırmacı sanıyor olabilirsiniz; ama o kendini bunlarla beraber iyi bir Marksist olarak kabul eder.
Uluslararası bir kurumun “Marksist teorisyenler” listesine Öcalan’ı almalarına çok içerlemiş ve tepki göstermişti.
Bu arada verdiği örneklerle Marksizmi ne kadar iyi bildiğini anlatmaya çalışıyordu. Öcalan’ın her okuduğu kitaptan etkilenerek fikir değiştiren biri olduğunu söylerken “beni neden görmüyorsunuz” der gibiydi.
İşte bu “Marksist” araştırmacı eşitliğe değil de “kalite”ye önem veriyormuş.
Yani kendisi Marksist teorisyen havaları atarken aslında tam bir “objektif burjuva” görüntüsü veriyor.
Bilmeyenler için konuyu açayım.
PKK’nin de tepe tepe kullandığı “devrimci sol” literatürde adam tasfiyesinde en sık kullanılan şöyle bir tanımlama vardır: “objektif ajan”.
Yani aslında ajan olmayıp da yaptıklarıyla bir ajanın verdiği zararı veren demektir.
Ben de bundan yola çıkıp “aslında bir burjuva olmayan; ama yaptıklarıyla bir burjuva görüntüsü veren” Soner Yalçın için “objektif burjuva” tanımlaması yaptım.
Adam eşitliğe değil de kaliteye önem veriyormuş. Üstelik Portakal’ın da kendisi gibi olduğunu söyleyip “halk adamı” imajını yerle bir ediyor.
Bir arkadaş anlatmıştı:
“12 Eylül darbesinden önce ilçemizdeki bakkal dükkânımıza bazen ben bakıyordum. Yaşım küçüktü ve silahtan, asıp kesmekten söz edenlere bir hayranlığım vardı. İlçede “biz devrimciyiz” diyen bazıları vardı ve bazen dükkâna gelip sigara alırlardı. Genellikle istedikleri filtresiz olan “Birinci” ve “Bitlis” sigaralarıydı. Hatta “Birinci” için “devrimci sigarası” deniyordu.
Bir gün silahını göstermekten sakınmayan biri dükkâna girdi, sigaralara baktı ve pahalı bir Amerikan sigarası istedi.
“Abi” dedim. “Neden bu? Sen devrimci değil misin?”
Sigarayı cebine koyarken küçümser gözlerle baktı ve şöyle dedi: “Ben kaliteli devrimciyim. Kaliteli devrimci, kaliteli sigara içer.”
Yani…
Yani Soner Yalçın da çıkıp “Hayır, ben objektif burjuva değilim, kaliteli devrimciyim” dese söyleyecek bir şeyimiz olamaz.