Dinle imanla alakası olmayan tiplerin dini alana girip ayar vermeye kalkışmalarına eskiden kızardım; ama artık gülüyorum.

Mesela Yılmaz Özdil…

Özdil, Mustafa Kemal üzerinden iyi para kazanan biri.

Hatırlarsanız daha önceden yayınlanmış bir kitabı “özel baskı” haline getirerek 2500 TL’ye satmıştı.

1881 adet…

İyi kazanmak adamı bayağı şakacı yapmış bu arada.

Yılmaz, bu 10 Kasım’da yine şakacı yanını konuşturdu:

“19 Mayıs’ta 23 Nisan’da 30 Ağustos’ta 29 Ekim’de Mustafa Kemal Atatürk’ü yok sayan, 10 Kasım için cuma hutbesinde bir Fatiha bile okumayan diyanet… Türk Milleti’nin diyaneti olamaz. Yurtsever din adamlarımızı tenzih ediyorum… Bu diyanetin arkasında namaza durulmaz.”

Önce şu önemli ayrıntıyı belirteyim de gariban Yılmaz’a bir faydam dokunsun.

İslam dini Hıristiyanlık gibi değildir. Yani ibadet için kilise ve papaza ihtiyaç yoktur.

Yılmaz eğer namaz kılmak istiyorsa  “diyanetin arkasında” durmak zorunda değil. Cemaat sevabı ayrı; ama namaz tek başına da kılınabiliyor.

Tabii Yılmaz bunu biliyordur, o yüzden de şaka olarak kabul ettim.

Ama ifadelerinde problemli bir konu daha var ki, o şaka kaldırmaz!

Cuma Hutbesi ve Atatürk konusu…

Mustafa Kemal, hilafetin kaldırılmasından 2 gün sonra hazırladığı kararname ile cuma hutbelerinde adının zikredilmesini yasaklamış! Kararnamede kişilere değil de millete ve cumhuriyete dua edilmesi isteniyormuş!

Bu bilgi bizim açımızdan bir şey ifade etmese de Yılmaz Özdil açısından bir faciadır!

Mustafa Kemal’in kararnamesine rağmen “Cuma hutbelerinde neden Atatürk yok?” diye soran biri işlediği suçu nasıl affettirecektir.

Kimse bana tövbeden, özür yazısından bahsetmesin. Yılmaz Özdil’in yapacağı şey, Atatürk üzerinden kazandığı tüm parayı “Atatürk araştırmaları” yapan vakıf ve kurumlara bağışlamasıdır.

Ben şaka yapmıyorum.

ANLAŞILMASI ZOR BİR SAVRULMA

Mücahit Bilici, sosyal medya hesabında şunu paylaştı:

“Dinle bütünleşmiş cehalet ve taassuba karşı Mustafa Kemal’in müstebit dönüşüm politikalarının ne ölçüde kaçınılmaz olduğu sorusu bugünkü istibdadın dindar pespayeliği ışığında tartışılmaya açık bir konudur.”

Yani özetle Mücahit Bilici şunu demek istiyor: Günümüz dindarlarının zorbalıklarına baktığımızda Mustafa Kemal’in kendi dönemindeki dini anlayışa karşı giriştiği zorbalığın kaçınılmaz ve gerekli olduğu ortadadır.

Anlaşılması zor bir savrulma!

Amerika’da öğretim görevlisi, Taraf Gazetesi eski yazarı olan bu şahıs aynı zamanda “Nurcu” olarak bilinir. Her ne kadar son dönemde Amerika ve Amerika’nın Suriye’deki müttefikleri lehinde ifadeler kullanıyorsa da bir dönem liberal görünmeye büyük özen gösterdi. Mide bulandırıcı konular olduğu için oralara girmeyelim.

Hakkında söylenecek çok şey var; ama ben “Nurcu”luğuna takıldım. O yüzden de ona ben bir şey demeyeyim. Said Nursi, Emirdağ Lahikalarından cevap versin:

“Evet, çok emarelerle bildik ki, bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler bahanedir.

 [Reisicumhura gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yazmaya.]

Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi, Mustafa Kemal’in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki:

Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla Kur’ân’a zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.

Ben de beş yüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini hilâf-ı hakikat olarak M. Kemal’e vermediğim için, garazkâr dostları, beni yirmi senedir bahanelerle tazip ediyorlar.”

ZAMANINDA KONUŞSAYDINIZ

Anayasa Mahkemesi eski başkanı Haşim Kılıç, yargıdaki kimi “hukuksuz” uygulamaları eleştirmiş:

“Hâkimler; hain, uşak ve örgüt üyesi gibi ithamların korkusuyla bazen vicdanla bağlantısını kesmek zorunda kalıyor”.

Tamam tek seslilik var, tamam hakimler yanlı karar veriyor, tamam adalet mumla aranıyor; ama…

Ama Sayın Haşim Kılıç şu konuda da bana hak verirsiniz öyle değil mi?

1990’dan 2015 yılına kadar Anayasa Mahkemesi’nda görev yaptınız.

Hakim ve savcılara brifing verilen günlerde, işin ciddiyetini anlasınlar diye hakim-savcı lojmanlarının bahçesine bomba atılan günlerde, asker ve polisin yargı mensuplarına ayar verdiği günlerde çıkıp bir şey söylemediniz.

Gerek 28 Şubatçıların gerekse de FETÖ’cü yargı mensuplarının hukuksuz kararlarına, polis fezlekelerinin iddianameye dönüştürülmesine de bir şey demediniz.

Mahcup itirazlarınızı ciddiye almıyorum.

O yüzden de şimdi dediklerinizin pek bir kıymeti yok!