Yeni bir parti kurma hazırlıkları içindeki Ahmet Davutoğlu’nun eski milletvekili ve akademisyen Ufuk Uras’la görüştüğü ve onu kurulacak olan partiye davet ettiği haberi sosyal medyada çok tartışıldı.

“Herkes davet edilebilir” diye düşünebilirsiniz; ama Ufuk Uras’ın bir de solcu kimliği olduğu gerçeğini göz ardı etmeyin.

Hatta şimdilerde genel başkanlığını Alper Taş’ın yaptığı ÖDP’nin kurucu genel başkanıydı Ufuk Uras.

Tabii Ufuk Uras’ın bu daveti reddettiği bilgisi de var.

Doğrusu Ahmet Davutoğlu ile Ufuk Uras’ın siyasi çizgileri arasında nasıl bir yakınlık olduğunu anlayabilmiş değilim.

“Davutoğlu, Uras’ı vitrine koymayı düşünüyor” diyorsanız ben de size Uras’ın ancak HDP oylarıyla meclise girebildiğini, yani halkta bir karşılığının olmadığını söyleyebilirim.

Davutoğlu, liberallere yanaşmak istiyor” diyebilirsiniz; ama o zaman da size Uras’ın solculuğunun liberalliğinin önüne geçtiğini söylerim.

“Akademisyen dayanışması” derseniz işte ona diyecek bir sözüm kalmaz.

Davutoğlu’nun Uras’a davetinden söz etmişken Ali Babacan’ın Zülfü Livaneli’yi davet etmesinden ve ondan ret cevabı almasından söz etmesek olmazdı.

Doğrusu Ali Babacan ve Zülfü Livaneli’nin siyasi çizgileri kadar meşgaleleri açısından da bir yakınlık bulamadık.

Ali Babacan muhafazakar bir siyasetçi; ama liberal bir ekonomist. Zülfü Livaneli ise sosyalist bir müzisyen, bir türlü vasatın üzerine çıkamayan bir romancı, Kemalist bir siyasetçi…

Yani çok ilginç bir durum.

Aslında ilginçlik değişen siyasi eğilimlere kadar uzanıyor.

Eskiden solcular ya da liberaller muhafazakar partilere yanaşırlardı. Mesela Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Nazlı Ilıcak, Ertuğrul Günay…

Şimdilerde muhafazakar siyasetçiler solcu ve liberallere yanaşıyor.

Doğrusu bu aşkın hikmetini anlamış değiliz.

Tabii ortada şöyle de bir fark var. Muhafazakar partiler kendilerine gelen solcu ve liberalleri içlerine alıyorlardı; ama şimdi davet edilenler gelmiyor.

Hangi taraf değişti, siz karar verin.

HER FELAKET BİR KRİZ

Başlığa bakıp “Ama zaten felaketler krizlere neden oluyor” demeyin.

Ben burada İstanbul’daki deprem sonrası bazı GSM firmalarındaki iletişim krizinden söz etmiyorum.

Az beklerseniz izah edeceğim.

İstanbul’da son iki ay içerisinde iki felaket yaşandı. Biri Ağustos’un ortasındaki sel felaketi, diğeri de Eylül’ün sonundaki deprem…

Geçen yıllarda da sellerden, aşırı kar yağışlarından sorunlar çıkmış, metroları su basmış, hayatını kaybedenler olmuştu; ama bu sefer durum farklı.

Hem sel felaketinde hem de depremde her ne hikmetse gündem İstanbul’un belediye başkanı oldu.

Adam selde tatilini bölüp gelmedi, eleştiriler alınca geldi, bir gece kaldı sonra da tatiline devam etti.

Depremde ise “devlet” AFAD denilen merkezde toplanmışken Belediye başkanı, partisinin genel başkanı ve kimi partililerle AKOM’da alternatif bir toplantı yaptı.

Davet edildi-edilmedi meselesi bir tarafa AKOM’da ancak “inceleme” yapmaya ve “bilgi almaya” gelebilecek siyasetçilerle buluşmanın adı “paralel toplantı”dır ve her tarafa çekilebilir.

Deprem korkuttu; ama siyasi hamleler de tedirgin ediyor.

AFAD’ın açıkladığı “toplanma alanları” sayısı konusunda çelişkili rakamlar verdi Ekrem İmamoğlu. Üzerine gidilince “Benim kastettiğim büyük toplanma alanlarıydı” diyerek sıyrılmaya çalıştı.

Deprem ve alınacak önlemler yerine “davet edilmedi” üzerinden yeni bir mağdur edebiyatı da devreye sokuldu.

Yani her açıdan bir kriz yaşadık.

Önümüz kış.

Allah muhafaza her felaket yeni bir krizi de beraberinde getirecek.

Sanırım strateji bu.

Felaketler ve krizlerden dolayı belediye başkanının vaatleri gündeme gelmeyecek.