SİYASET GEMİSİ / KÖŞEDEN KÖŞEYE
Ertuğrul Özkök (Hürriyet):
“Hocam televizyon dizisinden gazı almış, sallıyor:
“Google`ı Abdülhamid Han icat etti...”
Aslında “Instagram`ı icat etti” diyecekmiş ama karıştırmış Google diyor...
Çünkü, hocamın anlattığına göre, Abdülhamid ne yapmış biliyor musunuz...
Fotoğraf çektirip takip ediyormuş...
Eee bu ne...
Ya Facebook, daha doğrusu Instagram...
İşte o ikisini de Abdülhamid Han icat etmiş...
Hocam gazı almış ya, durmuyor, bir de diyor ki...
Ahh bir 10 yıl daha tahtta kalacaktı bak bugün Türkiye nerede olurdu...
Abdülhamid 33 yıl tahtta kalmış...
Sen var düşün...
Bir 33 yıl daha kalsaydı neler olurdu neler...
Hocam ayrıca eksik konuşuyor...
Abaküsü de Abdülhamid Han icat etti...
Abaküs ne mi?
Hani şu sayı boncuğu...
Boncukları yana atarak hesaplama yapıyorsun ya işte o...
Diyeceksin ki, olur mu?
Abaküsü milattan 2 bin 400 yıl önce Çinliler bulmuş...
E arkadaş, milattan 1998 yıl sonra kurulan Google`ı ondan 90 yıl öncesinden Abdülhamid Han icat ettiyse, 3 bin yıl önceki abaküsü da pekâlâ icat etmiş olabilir...”
Özkök, aklınca ironi yapıyor, Profesör ile alay ediyor.
“Ama yani bu da alay edilecek konu” mu diyorsunuz?
Diyelim ki, öyle; ama bu Özkök`ün ideolojik bir tutum sergileyerek adil davranmadığı gerçeği ile yüzleştirir bizi.
Mesela…
Mesela Gülriz Sururi hanımefendinin şu sözünde hangi ilim ve hikmete rastladı da ironiye tevessül etmedi Ertuğrul Özkök.
Çağdaş Türk Tiyatrosunun yüz akı Gülriz Sururi…
Şöyle demişti Sururi: “Atatürk`ün uzaydan geldiğini zaman zaman düşünürüm. Nutuk da indirilen son kitaptır”
Topu topu iki cümle, öyle değil mi?
Hatta biraz zorlasanız tek cümleye bile düşer; ama…
Yani bir cümlede bu kadar çelişki olabilir mi?
Atatürk uzaylı,
Nutuk indirilen son kitap…
Bir yerde aynı hanımefendi “İndirilen kitaplara inanmadığını” söylemişti.
Süleyman Özışık, o dönemde Gülriz Sururi`nin bu sözlerini diline dolamıştı. Bakın neler söylemiş Özışık:
“Selanik, melanik dümen miydi yoksa? Lan yoksa bizi yıllardır keklediniz mi be vicdansızlar?
Zübeyde hanım Uranüs`te doğururken, uzay boşluğundan mı düşürdü bu çocuğu?
Yahu biz şimdi Yılmaz Özdil`e ne diyeceğiz? Yıllardır Atatürk`ün içtiği rakıyla övünüp duruyordu. Ufo gören masum köylüden sonra, rakı içen uzaylı hikayesine nasıl inandıracağız adamı? İşin yoksa, “Senin atan bir uzaylıymış yavrum” diye adamı ikna et şimdi!”
Gülriz Sururi`den söz etmeyen Özkök`ün ironisi ekşi ekşi kokuyor.
Benden söylemesi…
------------------
“Şunu ifade edelim başta; PKK'nın şiddeti sivil yaşam alanlarına kadar soktuğu, sivil kayıpların oluşması için elinden geleni yaptığı bu süreçte MHP son derece dikkatli bir dil kullandı. PKK'nın, bir taraftan "Türk solunu" teröre angaje etme politikası güderken bir taraftan da etnik milliyetçiliğe sarıldığı yerde dahi MHP etnik milliyetçilik yapmadı.
Kaldı ki 7 Haziran'dan sonra HDP, AK Parti'yi devre dışı bırakabilmek adına MHP'nin de olduğu bir formüle sıcak bakıyordu. MHP evet deseydi hükümet kuracaklardı. HDP, MHP ile yan yana gelebileceğini söylemişken AK Parti'nin MHP ile ittifak yapması neden Kürtleri ürkütsün?
Bu yaklaşımın altında HDP'yi Kürtlerin doğal temsilcisi sayan kurgulanmış bir algı olduğunu ifade etmek gerek.”
En sondan başlayayım.
Okuyucularıma soruyorum: “HDP'yi Kürtlerin doğal temsilcisi sayan kurgulanmış bir algı”dan ne anlıyorsunuz?
Halime Kökçe öyle diyor. “Kurgulanmış algı”nın kimler tarafından kurgulandığından söz etmiyor. Doğrusu bunu ben de bilmiyorum.
Ama kendilerine bu algıya yardımcı olanlardan bazılarının kimler olduğunu söyleyebilirim.
HDP için “Kürt siyasi hareketi” diyenlerin tümü bu algıya yardımcı oldu ki, bunların içinde H. Yayman, H. Kaplan, K. Tayiz, N. B. Karaca gibi çok sayıda isim sayılabilir. Bunların yanı sıra Yalçın Akdoğan ve Beşir Atalay`ın bu algı konusunda çok çaba harcadıkları inkar edilemez.
İkinci paragrafta yazdıklarında haklı Kökçe. Evet, Ak Parti-MHP ittifakına karşı çıkan HDP`liler eğer 7 Haziran sonrasında MHP razı edilebilseydi onunla koalisyona yok demezlerdi.
Ve giriş paragrafı…
MHP`nin sokağı kontrol ettiği ve olayların büyümesini engellediği konusunda haklı Halime Kökçe. Devlet Bahçeli “Devlet adamlığını” bu konuda gösterdi.
Ama “MHP etnik milliyetçilik yapmadı” diyen Halime Kökçe`nin “etnik milliyetçiliğin” ne olduğu konusunda kafasının net olmadığını düşünüyorum. Sadece o dönemde Erdoğan`ın MHP ile ilgili açıklamalarını bir daha gözden geçirse herhalde bu cümleyi kurmazdı.
------------------
“Öncelikle şunu herkes çok iyi bilmeli ki Suriye`de ne yapılacağı konusunda Washington`da büyük kafa karışıklığı ve birimler arası anlaşmazlık var. Başkan Trump`ın, Suriye bağlamında kendi ulusal güvenlik danışmanıyla bile anlaşamadığı, onu gözden çıkarmaya bile hazır hale geldiği anlatılıyor.
Trump için Dışişleri Bakanı Tillerson da önemli değil, o sadece Pentagon`daki generallerle çalışmak istiyor. McMaster, Başkan Trump`ın generallerle bağlarını ne kadar zayıflatmak istese de bunu başaramıyor. Washington`un derinliklerinde yaşanmakta olan bu çatışmayı tamamen ortaya seren son haber ise önceki gün Wall Street Journal Gazetesi`ne sızdırıldı.
Dion Nissenbaum tarafından yazılmış olan bu haber, “Amerika, düşmanlarının yanına Türkiye`nin kaymasını önlemeye çalışıyor” başlığını taşıyordu. Habere göre Beyaz Saray, Rusya ve İran`ın bölgede daha fazla güçlenmesine karşı harekete geçmiş, Türkiye`nin daha fazla onlarla birlikte çalışmasını engellemek için bölgede adımlar atmaya başlayacakmış.
Sorduğum kaynaklar böyle bir gelişmenin olduğunu doğrulamakla birlikte, Trump`ın resmi politika olarak buna onay verdiği görüşünün doğru olmadığını da vurguladılar.”
Serdar Turgut, Amerika`nın başkentinden bunları yazarken “Tüm plan ve komploların altında Amerika var” putuna zarar verdiğinin farkında mı acaba?
Evet, “derin Amerika”nın varlığının filmlerle sınırlı olmadığı, güç odaklarının ciddi bir çatışmasının yaşandığı gerçeği ile bizi yüzleştiriyor.
Amerika güçlü duruyor; ama karşımızda gördüğümüz dev, birbiriyle çıkar ilişkileri ve yapay bir yurtseverlik kapsamında yan yana gelmiş birimlerden oluşuyor. Aradaki bağın kopması hiç umulmadık bir zamanda meydana gelebilir.
------------------
“CHP, seçime tek başına girme eğiliminde.
Cumhurbaşkanı adayı ise hâlâ açıklanmadı.
“Açıklarsak lime lime ederler” diyen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu`nun aday olup olmayacağı da hâlâ tartışılıyor.
HDP, baraj probleminin olmadığını savunsa da, “bağımsız aday” formülünü yedekte tutuyor.
Ancak ittifakların güçlü yapısının bağımsız adayların şansını azaltma ihtimali parti olarak seçime girmeyi zorluyor.
AK Parti-MHP ittifakına mesafeli duran Saadet Partisi`nin, İYİ Parti ve Demokrat Parti`yle birlikte ittifaka girebileceği konuşuluyor.
Bu ittifakta CHP`nin de yer almasının arzulandığı ifade ediliyor.
Şu andaki durum, AK Parti-MHP, İYİ Parti-Saadet Partisi-Demokrat Parti, HDP-sol, sosyalist blok ve CHP`nin ayrıştığı dörtlü bir tabloyu gösteriyor.
Bunun üçe inmesi CHP`nin tavrına bağlı.”
Şu anda görünen tablo bu; ama seçimlere doğru gidildikçe değişikliklerin olması muhtemel.
HDP ile ittifaka yanaşmayan CHP`nin son anda böyle bir yola girebileceği ve hatta İYİ parti`nin de bu ittifaka dahil olabileceği seçeneği göz ardı edilmemeli. Hatta Ak Parti—MHP ittifakı ile anlaşamadığı görüntüsü veren Saadet Partisi`nin her iki tarafla da müzakere yürüttüğü iddiası var.
Yani seçimlere doğru tablo değişebilir ve ikili bir hal bile alabilir.
------------------
“Aynı yıllarda Türkiye'ye Marshall Yardımı başlıyor. ABD, kullanım dışı bırakılmak üzere olan bazı silah, askeri araç-gereç ve uçakları, bu kapsamda bize hibe ediyor. Böylece Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ'ın, Atatürk'ün emriyle kurdukları yerli uçak fabrikası kapatılıyor. Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı, vahim kapatma gerekçesini anlatırken “Amerikan yardımından bedava uçak almak dururken uçak fabrikanıza sipariş verirsem, yarın bu millet beni asar” diyor!..”
Uğur Dündar neden bu fabrikanın kimin döneminde kapatıldığını ve Nuri Demirağ`ın nasıl iflas ettirildiğini anlatmıyor?
Öyle ya dönem İsmet İnönü dönemi!
Önce içerde devlet verdiği siparişleri iptal ediyor, ardından dışarıya da uçak satması engelleniyor. Böylece fabrikada uçuşa hazır uçaklar hurda halinde satılıyor.
------------------
Fatih Altaylı (Habertürk):
“Gençlerimiz bilimin, bilginin, çağdaşlığın peşinden koşmalı.
Neye ve kime hizmet ettiğini bilmediğimiz kişilerin değil.
İşte FETÖ belasının Türkiye`ye nelere mal olduğu ortada.
Fetvacıbaşı`nı özellikle yazmamın nedenini de anlatayım, belki Murat da anlar.
Sevgili Murat, diyorsun ki: “Fetvacının başka fetvaları da var. Onları da dinledin mi?”
Dinlediysen, benim tepkimin nedenlerini daha iyi anlaman lazım.
Mesela bu beyefendinin “Gazali`yi anlamak 2” başlıklı videosunu bir izle.
Nasıl bir Selefilik propagandası yaptığını, Gazali`nin son günlerini anlatırken Anadolu Müslümanlığını ve Osmanlı döneminin İslam anlayışını nasıl kötüleyerek takipçilerini “Selefiliğe” yönlendirdiğini göreceksin.”
Fatih Altaylı, Nurettin Yıldız üzerinden Murat Bardakçı ile girdiği polemiği devam ettiriyor.
Bardakçı`nın yazdığı iki yazı da –anlayan için- ders niteliğinde idi; ama Altaylı anlamamak için direniyor.
Hem “dini konularda bilgim yok” diyor hem de ahkam kesmeye devam ediyor.
Sanırım Bardakçı yazdığı yazılara hayıflanmıştır.
Öyle ya “Selef” ile “Selefilik” arasındaki farkı anlamadan meseleyi DEAŞ`a bağlayabilmek “Sen ne anlatırsan anlat, ben bildiğimi okurum” demekten başka bir şey değildir.
Evet, “bilgi” önemlidir; ama “iz`an” olmadan hiçbir şey ifade etmez.