Toplumda hangi kesimle konuşsak herkesin ortak düşüncesi dünyadaki hak ve özgürlükler ya da haksızlıklara karşı dik durma anlayışı. İnsanlar gerçekten hak ve özgürlükleri savunuyor mu? Bu bakış açısı ideolojik mi? Tartışılır.

Benim gördüğüm ve anladığım kadarıyla insanlar ziyadesiyle politize olmuş, kendinden olmayanı tanımadıkları gibi hak ve haksızlıkları kendi perspektiflerinden hareketle değerlendirmekte. Eğer fikirsel, düşünsel, ruhsal bir benzeşme varsa “yanlış da olsa bizimdir, savunmamız lazım” anlayışı açık ve nettir.

Bu anlayışa sahip olan bir toplumdan hak ve hukuk noktasında objektif bir değerlendirme beklemek yanlış olur. Uluslararası, medeni toplumlardan da böyle bir anlayış beklemek yanlış olur. Bunun en güzel örneğini çevremizdeki ülkelerin tutumlarına bakarak da daha iyi anlayabiliriz.

Her türlü hakkı hukuku koruma noktasında yüzyıllar önce hakları koruma noktasında bazı kuruluşlar gerçekleşti. Kuruluş amaçları böyle iken bu kuruluşlar çoğu zaman hedefleneni yapmadı hep ideolojik davrandı. Güçlüye karşı ses tonları çok cılız çıkarken, gariban ülkelere aslanca bir tutum sergilendi ya da bu durum bizimle çözülebilecek bir durum değil deyip top sağa sola atıldı. Bazı dernekleri tenzih ederek çoğu dernek hep yandaş oldu. Garibandan ziyade “adamcılık” yapıldı. Hatta bazı kesimler bu kuruluşlar üzerinden hem ekonomik hem de siyasi rant elde etmeye çalıştı.

Sivil toplumların ya da bu tür kuruluşların gerçekten nihai hedefi bu muydu? Efendimiz (a.s) dönemine baktığımızda bakış şöyleydi: Zulme uğrayanların her zaman yanında olmak, cemiyete üye olan herkes zalimlere karşı dik duracak, mali durumlar eşitlenecek.

Zulümden kasıt her türlü canlıya zarar verilmesi durumunda düşünsel ve davranışsal anlamda ortak tavır sergilemekti. Bu bakış açısına göre en yakın eş, dost, akraba olsa bile karşılarında dik durabilmekti.

Bu ulvi düşüncenin içeriğine bakıldığında diğer düşüncelerden çok daha farklı bir düşünce ve bakış olduğunu görürüz. Teorik olan bu düşüncenin teolojik boyutundaki anlam şöyleydi: Gerektiğinde anne-baba bile haksızlık etmişse ya da haksızlığa katkı sunmuşsa onlara dahi hakkı haykırmak, yanlışlarından dönmeleri için her türlü adım atmalarına vesile olmak. Cennete çok yakın olan anneye bu tavrın sergilenmesini söyleyen inancımızdaki inceliği inşallah daha iyi görebiliyoruz.

Bu maddelerden maddi durumların eşitlenme anlayışından kasıt teorinin uygulanmasıdır.  Bazen insanlar inancı için değerleri için çok güzel konuşabilir fakat iş maddiyata gelince; hadi denildiğinde çoğu insanın farklı bahaneler ürettiğine hepimiz şahit oluyoruz, olmuşuzdur.

Hele ki günümüzde insanlar değerlerinden ziyade maddiyatı için ölebiliyor. Hak hukuk anlayış bu temel üzerine bina edilince de benim inancım değil benim menfaatim önemli anlayışı, kelimeleri kifayetsiz bırakabiliyor. Rabbim; bizleri hiçbir menfaat gözetmeksizin bütün canlıların haklarını korumayı nasip etsin. Başkalarına haksızlık etmezken kendimize de haksızlık etmemeyi nasip etsin.

Selam ve dua ile…