Günümüzün en önemli problemlerinden biri de aidiyetsizlik ve yabancılaşma problemidir. Bazı sosyologlar ihtiyaçlar hiyerarşisini izah ederken aidiyet duygusunu güven kavramından sonra tasniflemişlerdir.

Çoğu zaman muhabbetlerde denk gelmişizdir. ‘’Neden insanlar birbirine güven duymaz?’’

İhtiyaç hiyerarşisinin en alt basamağına baktığımızda ilk basamağın zaruri ihtiyaçlar olduğunu müşahede edebiliriz. Bu da demektir ki zaruri ihtiyaçlar giderilmeden diğer basamaklara geçmek oldukça güçtür. Demem odur ki sorunlarımızın çoğu zaruri ihtiyaçlarımızdan ya da zaruri ihtiyaçların gözetilmemesinden kaynaklanmakta.

Bu uçurumun giderilmesi noktasında Yaratan, fakirlerin zenginler üzerinde hakkı olduğunu dile getirir. Varlıklı olanların bu izaha yeterli derecede önem vermemeleri, sadece kendi hakları olduğunu düşünmeleri yanlış bir bakışa sebebiyet verdiği gibi hem bireysel egoizm hem de sosyal egoizme neden olmuştur. İşte güvensizliğin aidiyetsizliğin başlangıç noktası bu noktadır. İnsanlar bir şeylerini paylaşmazsa ya da göze alamazsa güvende olmaz aidiyette olmaz.

Daha önceki yılların bereketine baktığımızda insanlar birbirini gözeterek adımlar atıyorlardı. Malının zekâtını verirlerdi, paylaştıkça çoğalacağına inanıyorlardı. Fırından bir ekmek alındığında ekmeğin sıcaklığından daha fazla insanların sıcaklığı vardı ‘’bir parça kopar sıcaktır hoştur’’ denilmesi ne kadar samimi ve insancaydı ya da kapılarımızın önünde büyüklerimiz ekmek pişirdiğinde ekmeğe yağ sürüp hepimize ikram ederlerdi o da yetmez birer tane komşularımıza ikram ederlerdi. Yemeğe oturulduğunda ev sahipleri kendini aç bıraktırır misafiri bıraktırmazdı. Kalın yorganı misafire verir, ince yorganı kendisi örterdi. Böyle davranıldığı için güven ve aidiyet vardı.

İnanın ki iki gün önce iftarımızı açarken masa üstündeki yemeklerin çoğu komşulardan gelmişti. Bir apartmanda bile komşuluk hakkı hukuku gözletildiğinde orda bir güven bir aidiyet oluşabiliyor. Çocuklar birbirine rahat gidip gelebiliyor anneler bir yere gidip geç kaldığında çocuklar rahatlıkla herhangi bir komşunun kapısını çalabiliyor, komşuda teyzeliğin samimiyetini hissedebiliyor.

Bu her yerde öyle mi?

Maalesef öyle değil. Bireysel egoizm ve sosyal egoizm başını almış gidiyor. İnsanlar, sadece kendileri doyduklarında mutlu olabiliyorlar. “Kendi hayatına bakacaksın başkası bizi çok ilgilendirmemeli” anlayışı bizde denge bırakmadı. Bu dengesizliği gidermenin tek yolu cömertliktir, paylaşmaktır.

Tarihsel örneklere baktığımızda Efendimiz (a.s) yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş, yeri geldiğinde karnına taş bağlamış. Sadece maddi fedakârlıklarda bulunmamış, sevgisini şefkatini de vermiş. Bu davranışlar onu ulvi, kıymetli etmiş ya da güvenilir kılmış. Böyle davranılmasaydı ‘‘anam babam sana feda olsun’’ denilir miydi? Böyle bir güven böyle bir aidiyet var mı? Bu basit bir bakış, basit bir izah değildir.

Bizler, çok okuyup çok şey bildiğimizi sanıyoruz. Oysaki bu konuda çok yanılıyoruz büyüklerimizin dostlarına bakışını, davranışını okuyarak gerçekleştiremeyiz. Güven ve aidiyet duygusunun güçlü olmasını istiyorsak insanlara karşı cömert davranmak zorundayız. Bu sadece maddi olarak algılanmamalı, manevi olarak da düşünülebilinmeli.

Selam ve dua ile…