CHP kurultayı delegelere yapılan baskılar, mükerrer oy tartışmaları arasında sonuçlandı ve Kılıçdaroğlu yeniden genel başkan seçildi.
Kurultaylarda genellikle tartışmalar olur, kavgalar edilirdi; ama ilk defa bu kurultay öncesi kılıçlar çekildi ve sert bir üslup kullanıldı.
Bu sertlik kısmen kurultaya da yansıdı.
Bundan bir süre önce İstanbul il başkanlığına seçilen C. Kaftancıoğlu`nun ‘Atatürk`ün askeri değil de yoldaşı olduklarını` söylemesi, buna karşılık da aday olan Ümit Kocasakal`ın “CHP işgalden kurtarılmalı” şeklindeki açıklamaları görüş ayrılıklarının temel konulara kadar indiğini göstermesi açısından dikkat çekiciydi.
Kemalistler dışlandıklarını düşünüyor ve çok öfkeliler; ama ne Kocasakal`ın ne de Ömer Faruk Eminağaoğlu`nun aday olabilmek için yeterli imzayı bulamaması CHP yönetiminde bir etkinliklerinin kalmadığını gösterdi.
Bazı gözlemciler bu son kurultayla Kılıçdaroğlu`nun konumunu yeterince güçlendiremediğini; ama partiyi “liberal sol”dan “Alevi sol”a biraz daha yaklaştırdığını, Atatürk`ü de “tek boyutlu” ele alarak yola devam etmek istediğini söylüyorlar.
Aslında halihazırda Alevilerin partide güçlenmesi “devlet”in de benimseyeceği bir şey. Aksi durumda CHP içerisinde kendilerini dışlanmış hisseden Alevilerin HDP`ye yanaşması devlet aklı açısından riskli ve istenmeyen bir durumdur.
Bu arada CHP`de katmanlar arasındaki çelişkiler ve farklılıklar da kendini göstermeye başladı.
Özelikle Sezgin Tanrıkulu`nun liste dışı kalması tabanın delegeye, delegenin de “tepeye” bir mesajı olarak algılanabilir.
Parti içindeki tepkiler önümüzdeki günlerde artabilir ve bu tepkilerin merkezinde de “Atatürkçülük” olabilir.
Özellikle de “Atatürkçülüğe farklı yaklaşımlar” gündemdeyken.
Bir süre önce Ak Parti içindeki kimi çıkışları, bazı belediyelerin ve teşkilatların Anıtkabir ziyaretlerini göz önünde bulundurduğumuzda “Herkesin ayrı bir Atatürk`ü olduğunu” söyleyebiliriz.
CHP içerisinde de “farklı Atatürkçülükler” kendini gösteriyor.
Taha Akyol bir söyleşide şöyle demişti:
“Mustafa Kemal`in derdi diyalektik materyalizm, sosyalizm, Marksizm değil. Mustafa Kemal`in derdi; Milli Mücadele için nereden yardım alırım. Yardım alacağı iki yer var. Biri İslam dünyası... Onlara İlay-ı Kelimetullah için savaştığını bildiriyor. Bir de Bolşevik Rusya var. Onlarla konuşurken de ben ve arkadaşlarım komünizm taraftarıyız diyor. Fakat ‘komünizm bizim işimiz, siz yapmayın burada` diyor ve denetim altında tutmak istiyor. İşte bu siyasi deha zaferi kazanmayı sağlıyor. Zaferden sonra batılılaşmaya yöneliyor.”
Kemal Kılıçdaroğlu`nun da “Klasik Kemalistler”in de bu “çok boyutlu” Atatürk`ü anlamaları biraz zor. En azından bu iki kesimin de “İslam Dünyasına” söyleyebilecekleri bir şey yok!
Öyle görünüyor ki, bir süre daha Atatürkçülük “askerler” ve “yoldaşlar” üzerinden yürütülecek ve “diğerleri” de “ihtiyaç halinde” bu alana başvuracaklar. Ve yine öyle görünüyor ki, Atatürkçülük, siyasetin “yumuşak karnı” olarak kalmaya devam edecek. Tabii bu alanda en rahat hareket edenlerin Perinçekgiller olduğunu da unutmamak gerekir.
2019`a doğru giderken şiddetli bir fırtına ortamında sert hamleler, ani nakavtlara yola açacak beklenmedik aparkatlar görünebilir. Bundan dolayı herkes öncelikle gardını almalı ve adımlarını dikkatli atmalıdır.
Tasfiyeler sert ve kırıcı olabilir.