Yemen`de artan şiddet, Lübnan başbakanının istifası, Suudi`de saray darbesi…
İslam dünyasında yeni kaos senaryoları devreye konuyor. Aslında Katar krizinden sonra olayları daha ciddi ve yoğunlaşarak takip edebilseydik meselenin nerelere varacağını da tahmin edebilirdik.
Suriye ve Irak`taki gelişmeler herkesin dikkatini dağıttı. DEAŞ`ın gittikçe gerilemesi PKK-ABD ittifakı ile Esad-Rusya ittifakını karşı karşıya getirdi. Suriye`nin geleceği konusunda artık sadece Amerika ve Rusya konuşuyor ve maalesef bölgede birbirinin canına kasteden güçlerden neredeyse kimse buna ciddi bir tepki göstermiyor. Cenevre ve Astana süreçleri, küresel emperyalist hesaplar için sadece zaman kazandırma işlevi gördü.
Türkiye`nin “Bölgesel aktör olma” hedefinden uzaklaşıp bölge siyasetini ulus-devlet mihengiyle değerlendirmesi, İdlip üzerinden Afrin düşünceleri, alanda belirleyici güç durumundaki aktörlerin sayısının azalmasını beraberinde getirdi. Şu anda Suriye`deki hakimiyet alanları ve yönetim değişikliğinden çok PYD-PKK`ye odaklanmış ve herkesi PKK`ye karşı duruşuyla değerlendiren bir siyaset yürütüyor Ak Parti hükümeti. Kürdistan referandumuna da bu perspektiften yaklaşan Türkiye`deki siyasi akıl, kısa vadede pragmatizmin hakim olduğu siyasi arenada daha da yalnızlaştığını fark edecektir. Bölgenin ciddi bir karışma potansiyeli taşıdığı böyle bir dönemde pragmatizmin ötesinde siyasi ittifaklara ihtiyaç vardır ve maalesef herkes bu şansı kaybetmek üzeredir.
Kaos senaryolarının ilki Irak`ta sahneye konacak gibi görünüyor. 2018`in Mart ayında olağanüstü bir durum olmazsa Irak`ta parlamento seçimleri yapılacak. İttifakların sürekli değiştiği bölgede farklı dengelerin devreye gireceği konuşuluyor. Kürdistan referandumu bahane edilerek Kerkük ve çevresine operasyon düzenleyen Merkezi hükümet ve milis güçlerin asıl amacının seçim öncesi ortaya çıkan blokajlara müdahale olduğu konuşuluyor. Nitekim Mesut Barzani, “Eğer referandum yapılmasaydı da Irak ordusu ve milisler operasyon yapacaktı” açıklaması ile meselenin farkında olduğunu ortaya koydu. Oysa Amerika`nın hesabı referandumun en az bir sene sonrasına ertelenmesi üzerine yapılmıştı. Amerika ve İngiltere, 2018 Mart seçimlerinde kendi senaryolarını devreye koyacak, eğer bir aksilikle karşılaşsalar, mezhebi ve etnik çatışmaları körükleme yoluna gideceklerdi. Kürdistan referandumu, Amerika`nın alana müdahalesinde elini zayıflatan bir faktör olarak ortaya çıkıyordu. Nitekim referandum sonrasında ortaya çıkan çatışmalara ve Amerikan silahlarıyla Kerkük`e girilmesine bile sessiz kaldı.
Amerika seçime odaklandı.
2010 ve 2014 seçimlerinde farklı ittifakların oluştuğu bölgede kârlı çıkan Nuri Maliki idi. Özellikle 2010 seçimlerinde İyad Allavi, Tarık Haşimi ve Salih Mutlak`ın oluşturduğu koalisyon karşısında zor durumda kalan ve istememesine rağmen el Hekim-Sadr koalisyonuyla güç birliğine giden Maliki, mevcut tabloda kendini çok rahat hissediyor. Geçen süreç içerisinde muhtemel rakipleri olan Haşimi ve Mutlak`ı terörize ederek alanın dışına çıkmaya zorlayan, devletin silahlı unsurlarıyla beraber resmi bir statü verilen milislerin desteğini alan Maliki`nin yeniden başa geçmesine kesin gözüyle bakılıyor.
Kaos senaryosu da tam burada devreye girebilir.
Suudi`nin hem el Hekim hem de Sadr ile görüşmesi, Bağdat`ta temsilciliğini faal hale getirmesi ABD ve İngiltere`nin Bağdat`tan ellerini çekmeye niyetli olmadıklarını gösteriyor. Özellikle İngiltere seçimlere doğru gidilen süreçte devşirdiği unsurlar aracılığıyla “mezhebi” bir operasyon gerçekleştirip İran-Maliki bloğunu zor durumda bırakabilir. Mevcut Irak hükümetinde Başbakan İbadi, Dışişleri bakanı Caferi ve Cumhurbaşkanı danışmanı Allavi`nin İngiltere, Cumhurbaşkanı Fuat Masum`un ise İngiliz sömürgesi olan Kanada`nın vatandaşı olduğunu bir tarafa not edelim.
Irak`taki sorunların Lübnan, Suriye, Irak ve İran hattını etkilediği bilinen bir şey. Bu yüzden kaosun tüm bu hat boyunca devreye sokulması planlanıyor. Katar krizinde istediğini yap(tır)amayan Körfez ülkeleri, Lübnan üzerinden devreye sokulan farklı bir senaryonun figüranı olmayı seçtiler. Suudi ile yoğun bir siyasi ve ekonomik bağa sahip olan Lübnan başbakanı Sad Hariri`nin “suikast” iddiasıyla ülkeyi terk edip Suudi`de istifasını açıklamasının böyle de bir boyutu vardır.
Tabii kimse Sad Hariri`nin iddiasının tümüyle boş olduğunu iddia edemez. Nitekim eski başbakanlardan olan babası Refik Hariri de bir suikast ile öldürülmüş, suikastta tüm oklar Suriye istihbaratını göstermişti.
Meseleye bir de şöyle bakılabilir:
MOSSAD-CIA ikilisi eğer Sad Hariri`yi bir suikastla öldürerek bunu bölgeye operasyon gerekçesi haline getirmiyorlarsa ortada daha tehlikeli bir hesap vardır demektir.