Irak ve Suriye`de kendini gösterdikten sonra dünyanın birçok yerinden sesini duyuran DEAŞ, çöküş sürecine girdi. Örgüt, Libya`dan sonra Irak ve Suriye`de de büyük oranda zayıfladı. Şehir merkezlerinden kırsala çekilmeye başlayan DEAŞ konusunda Avrupa`da korkulan senaryolar konuşuluyor. Neredeyse tümü “Yabancı savaşçılar”dan oluşan bu iyi yetişmiş gerilla birimleri geldikleri yerlere döner ve oralarda eylemlere başlarlarsa neler yaşanabilir? Sorunun cevabı Avrupa için oldukça ürkütücü.
Ancak “Yabancı savaşçılar” derken DEAŞ`a odaklanmak büyük bir yanılgıya neden olabilir.
Nasıl mı?
Konuyu biraz açalım:
Amerika ve onunla beraber hareket eden ülkeler bir koalisyon oluşturarak Irak ve Suriye`de DEAŞ ile mücadele adı altında askeri ve siyasi bir mücadele veriyorlar. Kara gücü olarak Irak`ta Irak ordusu ve milisler kullanılırken, Suriye`de en etkin kara gücü olarak PKK-PYD unsurları kullanılmaktadır.
Normalde söylenen bu idi ancak bir süredir Amerikan özel kuvvetlerinin hem Suriye hem de Irak`ta yeni üsler kurdukları, oralara yerleştikleri görülmektedir. Bu durum özellikle Suriye`de Amerika ile doğrudan bağlantılı ya da mesela BAE gibi ülkeler üzerinden iltisaklı olan silahlı grupların da kontrollü şekilde PKK`nin hakim olduğu DSG çatısı altında toplanmasını beraberinde getirdi.
Ama ortaya çıkan DSG çatısı sadece Suriyelilerden oluşan askeri bir yapılanma değil.
DSG içerisinde Türkiye`den şiddeti temel alan çok sayıda Marksist fraksiyon var. Bu örgütlerin Amerikan gözetimi ve desteğiyle ileri seviyede bir askeri eğitimden geçirileceği, askeri teçhizat konusunda uzmanlaşacağı göz önünde bulundurulduğunda DEAŞ sonrası dönemin çok kritik ve gergin geçeceği söylenebilir. Halihazırda TSK`nın güçlü iletişim ve hava desteği karşısında eylem gücü iyice azalan PKK`nin de Suriye`de DEAŞ sonrası ağır silahlarla Türkiye alanına girmesi şiddetin dozunu oldukça yükseltecektir.
Olayın Türkiye boyutunun Avrupa ve Amerika`yı pek de rahatsız etmeyeceğini söyleyebiliriz; ama işin ucu onlara da dokunacaktır.
Avrupa`dan DEAŞ`a katılımın büyük rakamlara ulaştığını herkes kabul eder. Bunun haricinde epey kişinin de Avrupa`dan gelerek PKK saflarında savaştığı bilinmektedir. Bu kişilerin Marksist düşünceden dolayı böyle bir yola girdikleri, “devrim romantizmi”ne kapıldıkları söylenmektedir.
Peki ya DEAŞ sonrası…
Avrupa`da artan aşırı sağ karşısında PKK kamplarında iyi bir silahlı eğitim almış solcuların yine eskisi gibi basit protestolarla eylemler ortaya koyacaklarını söylemek çok doğru olmasa gerek. Almanya örneğindeki gibi BND içine yerleşmiş aşırı sağcıların “Neonazi” unsurlarını kullanarak eylemler gerçekleştirmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur.
Avrupa, DEAŞ üyesi “yabancı savaşçılar” tehdidini konuşurken yaklaşık 35 yıldır unuttuğu “silahlı Marksist militanlar” tehdidi ile yüz yüze gelebilir. Almanlar bu kez yine Baader Meinhof örgütüne yaptıkları gibi infaz ile mi işi halletmeye çalışacaklar, göreceğiz.
Meselenin bir de Amerika ile ilgili kısmı var.
Donald Trump`un seçilmesi sonrasında kendini daha fazla hissettiren aşırı sağcı grupların eylemlerinden söz edilir; ama sol eğilimli gruplardan olan ve son derece organizeli hareket eden ANTIFA hareketi göz ardı edilir. Son günlerde karşılıklı heykel kırma eylemlerinde de ismi geçen ANTIFA hareketi çok kısa bir sürede paramiliter bir güç haline gelebilir.
Çok sayıda ANTIFA üyesinin DSG çatısı altında Suriye`de askeri faaliyetler içerisinde olduğu artık gizlenmiyor. Suriye ortamında Pentagon ile, CIA ile dirsek temasına giren bu örgüt üyelerinin gerek Amerika`da gerekse de Amerikan dışında “gayri resmi silahlı unsurlar” olarak kullanılma ihtimali kadar kontrol dışına çıkarak Amerika içinde şiddetin dozajının yükselmesine sebep olma ihtimalleri göz ardı edilmemelidir.
Benzer bir sorunla Kanada da karşılaşabilir.
Yani demek istediğimiz, “Yabancı savaşçılar” sorununu DEAŞ ile sınırlandıran ülkelerin tümü “Yabancı savaşçı” tehdidi ile karşı karşıya kalabilirler.