Kur`an-ı Kerim düşünmeye, akletmeye davet eder insanı.
İnsan nankör, insan cahildir. Bunu bile bilmez; ama kendini müstağni görür.
Oysa Allah tarafından yaratılmadan önce hiçbir şeydir. “İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi?” (Meryem/67)
Kolaya tevessül eder, çamur atar, hakarete başvurur.
Düşünme gibi kutlu bir eylem, yüzeyselliğin, bakıp da görememenin cenderesinde nefes alacak bir alan bulamaz.
Akıl, fıtrat pınarından uzaklaşıp nefsin karanlık hedefleri için çabalar.
Fitne-fesat rüzgarlarının önünde savrulur, çıkarcılığın soğuk ve sert zemininde iyice yamulur, yerlerde sürünür.
Kirlenmiş akıl, düşünmenin huzura ulaştıran iklimine küçümser gözlerle bakar.
Kaba, keskin ve soğuk duruşunu, güzel görünüşlü zehirli meyvelerle gizlemeye çalışır.
Dinlemez, çünkü “Temiz aklın” ne olduğunu bile hatırlamamaktadır.
“Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (Zümer/18)
Tevazu denen ilahi kandilden habersiz olduğu için önünü göremez ve sürekli yanlış yollara düşer.
Bununla da yetinmez, insanları kendine çağırır; hem de Allah`a çağırıyorum iddiasıyla…
Şişen ego zamanın hızlıca aktığını unutturur.
Perdelerin önüne aşılması zor karanlıklar yerleşir.
Ufuk uzaklaşır, yaldızlı hedefler karabasanlar gibi sarar, hakikat köşe bucak kaçar.
Sonra biter her şey.
Zaman, gelecek, kariyer hesapları…
Derin pişmanlıklar içinde iç çekişleri…
“(Allah) Dedi ki: "Az bir süre (bekle), onlar gerçekten pişman olacaklar." (Mü'minun/40)
Düşünmek gerekirdi değil mi?
İnsanı, kainatı, yaratılışı…
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah'ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için ayetler (deliller) vardır.” (Bakara/164)
Düşünmek gerekirdi.
Tevhid tarihini, hak ve batıl mücadelesini, önceki toplulukları ve sonlarını…
Bakmak, görmek ve düşünmek…
“Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah'ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!” (Al-i İmran/137)
Dünya keşmekeşinde imtihanı unutmak, her şeyi oyun ve eğlence sanmak, ‘iyilik ve takvada değil, kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmak` ve aklı, fitne fücur odaklarının hezeyanlarıyla bulandırmak…
Sonra da cennet talebinde bulunmak!
İnsan ne kadar zavallı olduğunun farkında bile değil!
“Sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.” (Bakara/214)
Düşünebilen için;
Aslolan “üç günlük” dünya hayatı değildir.
Allah rahmetiyle muamele ediyor; ama biz unutuyoruz.
Ayetler şimşek gibi çakıyor, yüz çeviriyoruz.
Ölümlere, zulümlere, vahşetlere üzülüyor, ağlıyoruz; ama düşünmüyoruz.