Mavi Marmara davası, bölgesel dengelerin, uluslararası ilişkilerin, adına konjonktür denen, reel politik denen modern çağ değerler manzumesinin kurbanı oldu.
Önünde, arkasında, çevresinde sisli bir hava oluşturulmaya çalışılsa da sefer ve saldırı son derece berraktı.
Uluslararası sularda “insani” niyetlerle yola çıkan bir gemi, tam teçhizatlı, resmi üniformalı “bir çete” tarafından saldırıya uğradı.
“İyilik seferi”nin gönüllüleri şehid edildi, malzemeye el kondu, aktivistler kelepçelendi ve tutuklandı.
Silahsız, sivil insanlar…
Şu anda Halep`in yaşadığı mazlumiyetin bir benzeri…
Kuşatma altındaki yüz binlerce insan ve kan kokusuna toplanmış yamyam sürüleri…
Küresel güç dengelerini göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye`den israil`e karşılık vermesini beklemek mantıksızdı; ama o dönemdeki siyasi hamlelerin de yetersiz olduğu hatta yer yer tribünlere oynama şekline dönüştüğü maalesef ortadadır.
Diplomatik ilişki kesilebilirdi mesela. Ama bunun yerine “alt düzeye” indirildi. Bunun anlamı “Fırsat bulduğumuz anda görüşmeye kaldığımız yerden devam edebiliriz”di.
Türkiye, ekonomik ve siyasi anlamda bazı kısıtlamalara başvurdu.
Özür ve tazminat istedi bir süre.
Sonradan buna “ablukanın kaldırılması”nı da ekledi ki, aslında en önemli madde buydu.
İsrail`in özür ve tazminatı kabul edeceği; ama üçüncü maddeyi asla kabul etmeyeceği söyleniyordu. Doğrusu ablukanın kaldırılması konusunda sonuca ulaşılması Mavi Marmara seferinin başarıya ulaştığını da ortaya koyacaktı.
Sonra perde arkasında görüşmeler yürütüldüğünü öğrendi kamuoyu.
Feridun Sinirlioğlu`nun yürüttüğü gizli görüşmeler açığa çıkınca hükümetten yapılan açıklamalarda her üç şartın da kabul edildiği söylendi.
Özür, tazminat ve ablukanın kaldırılması…
Obama`nın zorlamasıyla Netanyahu`nun Türkiye`yi arayıp dönemin başbakanı Erdoğan`a “üzgün olduğunu” söylediği yansıdı basına.
Bunun diplomasideki anlamı “özür” değildi; ama TC. Hükümeti, üzgün olmayı özür olarak kabul etmeye hazırdı.
Tıpkı uçak krizi sonrası Erdoğan`ın, Putin`e “üzgün” olduğunu söylemesi ve Rus medyasının bunu “özür dileme” olarak lanse etmesi gibi.
Her iki durumda da “özür”e, dileyenden çok dilenenin ihtiyacı vardı.
Açık ve gizliden yapılan görüşmeler devam etti.
Bu arada tazminat konusu da tam bir komediye dönüştü.
Mavi Marmara davası avukatları, Siyonist rejimin “davadan vazgeçilmesi” karşılığında 1 bir milyar dolar teklif ettiğini; ama kendilerinin bunu kabul etmediğini söylediler. TC. Dışişleri diplomasisi ise kendini israille anlaşmaya o kadar zorunlu hissediyor ve bu tutumunu karşı tarafa o kadar hissettiriyordu ki, İsrail 20 milyon dolar rakamını kabul etmediğini söylüyor, pazarlığı 2-3 milyon dolardan açıyordu.
Sonunda 20 milyon dolarda anlaştılar; ama ilginç olan parayı suç işleyen katil İsrail devleti adına değil başka kurumlar adına yatırdıklarına dair bilgiler düştü medyaya. Hatta israil`de iş yapan bir Türk inşaat firması sahibi (Ahmet Reyiz Yılmaz), tam o esnada kendilerine 40 milyon dolar ceza kesildiğini, böylece israil`in tazminat parasını kendilerine ödettiğini söyledi.
Özür ve diğer maddeler istenen düzeyde olsaydı da bu durum katliamları ve korsanlığı örtemezdi.