Kapitalizmin sürekli daha fazla semirmeye dayalı politikası, devlet gücünü de arkasına alarak modern köleliğin yolunu açmıştı. Buna karşılık; sendikal hareketlerin ortaya çıkışı, Bolşevik devrimi sonrası arkasına bir devletin gücünü alan illegal örgütlenmelerin boy vermesi, tehlike çanlarının çalmasına neden oldu. Bu bir krizdi ve bundan kurtulmak için araştırmalar yapıldı, tezler hazırlandı.

Kapitalizmin çökmesi nasıl önlenebilirdi?

Bunun için iki proje hayata geçirildi. Birincisi kapitalist sayısını artırmak, ikincisi ise kimi uygulamalarla toplumun alt sınıflarını yekpare olmaktan çıkarıp bir kısmının refah seviyesini yükselterek onlara sınıf atlamış hissi vermekti. Bu arada sosyal politikalarla toplumun farklı kesimlerinin ağzına bir miktar bal sürmek de faydalı oldu. Tabii bunun için küresel sömürü araçlarının çeşitlendirilmesi ve kapitalistlerin biraz daha semirtilmesi gerekiyordu. Burjuva; modern anlamda yeniden feodaliteyi ve devamında da sermayedar aile şirketlerini, bir yönüyle aristokrasiyi yeniden, ama farklı bir formatta ortaya çıkardı. Ama iletişim teknolojileri aracılığıyla öyle bir makyaj uygulandı, gözler öyle bir büyülendi ki, “sosyal refah toplumuna” doğru gidildiğini düşünenler bile oldu.

Ali Şeriati, daha yetmişli yıllarda bu çabaları fark etmiş ve “Kapitalizm uyanıyor mu?” demişti. Şeriati, hem mektepli hem de alaylı bir sosyolog olarak meseleyi “Kapitalizmin kendini rasyonelleştirmesi” olarak anlatmış ve şu tespitte bulunmuştu: “Kapitalizmin kendini rasyonelleştirmesi demek, çalışan sınıfın aç olmadığını onlara hissettirmek ve gerekli koşullar sağlandığında her şeye sahip olabileceklerine emekçileri inandırmak demektir.”

Ve gerçekten de kapitalizm ciddi anlamda kendini rasyonelleştirdi.

Sonuçta, farklı sınıflar ve bu sınıflar arasında vahşi bir rekabet meydana geldi.

Yükselmek için başkasının omuzuna basmak, kazanmak için başkasının kaybetmesine razı olmak, kariyer için kılıktan kılığa girmek…

Farklı uyuşturucu türlerinin ve yoğun bir cinselliğin pompalandığı bu sisteme “liberalizm” dediler.

Güya sınırsız özgürlüğün ve fırsat eşitliğinin önü açılıyordu.

Sistemin hem ekonomik hem sosyal hem de siyasi boyutu vardı.

Keskin bir bireycilik, keskin bir çıkarcı mantığın içine yerleştirdi.

Çok karışık ve hesapsız gibi görünen sistemin aslında neredeyse her anı iyi hesaplanmış, dişliler yedekleriyle beraber yerine konmuştu.

Liberal sistem içe kapanık ve içe yönelik gelişimci değil, dışta etkin ve sürekli yeni sömürü araçları bulma konusunda mahirdi. Kimi tıkanma durumlarında devreye “spekülatörler” giriyor, küresel dizayn projeleriyle isyan eden dişlilerin yerine yenileri yerleştiriliyordu. Ve en ilginci de toplum hafızasına bu kontrollü değişimler “özgürlük talepleri” olarak nakşediliyordu.

Liberalizmin altın yıllarıydı yaşanan.

Ama küresel kapitalizmin daha çok semirmesine, insanların daha hızlı bir şekilde istenen yöne aktive edilmesine imkân tanıyan ve dünyayı küçük bir köye çeviren iletişim dalgası, bazı gözlerin açılmasına, sistem dışı çatlak seslere; daha açık bir ifade ile potansiyel bir tehlikenin ortaya çıkmasına ve örgütlenmesine zemin hazırladı.

Avrupa`yı ciddi biçimde sarsan küresel ekonomik kriz bazılarının rahatını bozdu.