Üç yılı aşkın bir süredir Suriye`de kirli, kanlı ve şiddetli bir savaş yaşanıyor.
Gruplar ve amaçlar o kadar çok ki, hemen herkes yakın veya karşı olacağı birilerini buluyor, ona göre politika belirliyor.
Alan, zalim Baas rejiminin insanlık dışı politikalarından bıkmış halkın, mücadele ettiği bir alan olmakla beraber birçok gücün manevra ve güç denemesi alanına da dönüşmüş durumda.
Baas`a karşı çıkanlar içerisinde bulunan selefi gruplar, İhvan, Suudi, kimi Batı ülkeleri ve Türkiye`nin siyasi anlamda hiç de aynı yerlerde durmadıkları herkesin malumudur. Mısır meselesi bu konuda iyi bir örnektir.
Baas`a destek veren bloktan İran ve Hizbullah`ın amaç ve hedefleri ile Rusya ve Çin`in amaç ve hedeflerinin bir olduğunu kimse iddia edemez.
Küresel güç dengeleri, sömürge rantlarındaki artma ya da azalma, ticari ilişkiler bu konuda önemli etkenler durumundadır.
Baas karşıtlarının bir kısmı Amerika ve Avrupa`nın Suriye`ye müdahale etmesini isterken, Baas taraftarı blok “dış müdahaleye karşı olduğunu” yüksek sesle ilan ediyordu. İşin trajikomik yanı her iki taraf da “dış güç” konumundaydı ve zaten Suriye içinde olaylara müdahil olmuşlardı.
Obama başkanlığındaki Amerika “ipe un serme” kabilinden gerekçeler öne sürerek müdahale etme taraftarı olmadığını gösteriyordu.
Katil Esad`ın kullandığı kimyasal gazlar konusunda “kırmızıçizgilerimiz” demişlerdi; ama aşılan aşılmış, geçilen geçilmiş olmasına rağmen müdahale olmuyordu.
Çünkü Batı`nın hesapları tutmamıştı.
Laik, liberal, eski Baasçı ve solculardan bir ordu oluşturmayı denediler; ama kısa süre içerisinde halk içerisinde tabanı olmayan bu grubun bir şey yapamadığını gördüler.
Ürdün`de eğitime aldıkları kişilerin de alanda pek bir işe yaramadığını anlamaları fazla sürmedi.
Suriye`de Baas`a karşı savaşan ve güçlü bir halk desteğine sahip bir İslami muhalefet vardı. Bu muhalefetin ne Amerika ile ne de israil ile dost olması mümkün görünmüyordu.
Aslında Eylül 2012`de ABD Ankara Elçisi Ricciardone`nin “Suriye de Müslüman Kardeşlerden endişeliyiz” şeklindeki açıklaması her şeyi özetler nitelikteydi.
Laik, sosyalist ve milliyetçi Baas`ı, İslami muhalefete tercih ettiler.
Amerika ve Avrupa müdahale etme fikrinden tümüyle vazgeçtiler.
İslami muhalefeti zayıflatmak ve kaos oluşturmak için başka bir yola başvurdular.
Suud ve körfez emirliklerinin desteğiyle “ultra tekfirci” bir grubun savaş alanına girmesi sağlandı. Batı ise savaşmaya gidenler için kapıları sonuna kadar açtı.
Cepheye gidenler için düşünce şuydu: “Ölürlerse onlardan kurtuluruz, öldürürlerse Baas`tan ve diğer radikallerden kurtuluruz.”
Malum grup da konjonktürden iyi faydalandı ve son 7 yıldır defalarca Irak`ta provasını yaptığı şehir ele geçirerek devletleşme sürecine girme operasyonunu Musul`da gerçekleştirdi. Tabii yerinde durmadı ve etrafa sataşmaya başladı.
Amerika ve Avrupa`nın bölgesel denge hesapları zarar görmeye başlayınca tutumlarında bir değişiklik göze çarptı.
Savaş uçaklarıyla, insansız hava araçlarıyla bombalamalara başladılar.
Önce Irak sonra Suriye…
Bunun ismi müdahale idi; ama bu sefer bölgenin aktörleri ve figüranları tanımlarını değiştirdiler.
“Müdahaleye karşıyız” diyenlerin tepkileri dudak ucunu geçmiyordu.
Amerika, IŞİD`i bombaladığını iddia ediyordu; kısa süre içerisinde Baas`a karşı savaşan diğer İslami grupları da bombaladığı ortaya çıktı.
“Amerika müdahale etsin, şimdikinden daha kötü olmaz” diyenlerin de gösterdiği tepkinin ilkeli bir tarafının olmadığı çıktı ortaya.
Şimdilerde Baas cephesi, Amerika`ya sıcak mesajlar gönderiyor ve beraber çalışabileceklerinin mesajını veriyor. Zaten yaptıkları resmi açıklamada da Amerika`nın saldırılardan önce kendilerine bilgi verdiğini söylediler.
Böylece Amerika karadan olmazsa da Suriye`ye müdahale etmiş oldu; ama beklentilerin aksine rejime değil muhalefete saldırdı. Bu da Suriye`de kaosun devam etmesine yönelik çabalara bir katkı olarak anlaşılmalıdır.
Emperyalizmin en önemli taktiğidir. Kendilerinin istikrar ve refahı başkalarının kaos ve istikrarsızlığına bağlıdır. Amerikan müdahalesine bir de bu gözle bakmak gerekmez mi?