Baas rejimi yıkıldıktan sonra hemen her kesimden “Suriye yönetimi şöyle olmalı” şeklinde açıklamalar geliyor.
Siyasi gelişmeleri takip edenler hatırlayacaktır, benzer bir hava Amerika ülkeden kaçtıktan ve İslam Emirliği tesis edildikten sonra Afganistan’da da oluşturulmak istenmişti.
Sadece Amerika’dan, Avrupa’dan değil, Türkiye dahil bazı İslam ülkelerinden de benzer açıklamalar yapılıyordu: “Her kesimin içinde yer alacağı bir hükümet kurulmalıdır.”
Hatta Erdoğan bile bu ifadeleri kullandı.
Peki, “Her kesim Amerikan emperyalizmine karşı çıktı mı?”
Öyle bir şey olmadığı gibi “bazı kesimler” savaş ortamından faydalanıp zenginleşmenin, insanları sömürmenin envaı çeşit yolunu bulmuştu.
İslam Emirliği ise eski rejimle beraber çalışmış bile olsa Afganlılar için af ilan etti; ama eski rejim artıklarını hükümete ortak etmedi.
Suriye’nin durumu Afganistan gibi değil.
Halen ülkenin bir kısmı Amerika’nın desteğiyle Pkk’nın kontrolü altında. Baas’ın devrilmesinden yararlanmak isteyen Siyonist işgal rejimi de bazı yerleri işgal etmiş durumda. Bazı bölgelerde Dürziler ve Nusayriler silahlarını bırakmaya yanaşmıyor. Türkiye ile beraber hareket eden ve Suriye Milli Ordusu denilen askeri yapılanma da daha ortak orduya geçiş yapmamış.
Yani daha tam olarak oturmamış bir yönetim var.
60 yıl süren bir dikta rejim, 13 yıldır devam eden iç savaş, iç göçlerle beraber mülteci durumuna düşmüş 15 milyon insan…
Vahşi katliamların, zindanlarda işkence ile öldürülenlerin, cesetlerine bile ulaşılamayan kayıpların acıları ile daha tam olarak yüzleşilmemiş iken…
Birileri çıkıp “Yeni Suriye yönetimi şöyle olmalı” dediğinde rahatsız olmamak elde değil.
Bunlardan biri de “Ben daha ölmedim” çıkışları yapan, yenilgiye bir türlü doymamış bir pehlivan olan Kılıçdaroğlu…
Şöyle demiş Suriye için:
“Suriye'nin yeniden kuruluşunda ülkedeki bütün etnik ve inanç yapılarını hesaba katmalı, muhatap almalı ve herkesin kendini güvende hissedeceği bir yeni yönetime destek vermeliyiz.”
Bununla yetinmemiş ve klasik Kemalist kafasıyla şunları eklemiş:
“Suriye Cumhuriyeti; demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak yeniden yapılanmalıdır.”
Bir insan iki cümlede bu kadar çelişkiyi bir araya getirebilir mi, diye düşünüyoruz; ama demek ki oluyormuş.
Mesela “Kemalist Türkiye Cumhuriyetini” ve kuruluşunu düşünelim.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, “ülkedeki bütün etnik ve inanç yapılarını” hesaba kattı mı?
Hatta önce şunu soralım: “Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olduğunu iddia eden bir devlette etnik ve inanç yapıları Anayasada nasıl zikredilir?
İğne ve çuvaldız meselesinden söz etmeyelim “Başkasının gözündeki çöpe takılanlar kendi gözlerindeki merteği” neden fark etmezler?
İnancını yaşamak isteyen Müslümanlara laiklik üzerinden hayatı zindan ettiniz; ama Suriye söz konusu olduğunda “inanç yapılarını hesaba katmalı” öyle mi?
Mevcut Anayasadaki “Atatürk milliyetçiliğinin” ne anlama geldiğini bize izah eder misiniz? Tabi bu arada yüz yıllık uygulamaların, kafatası ölçümlerinin, Mahmut Esat Bozkurt kafasının, Reşit Galip ideolojisinin ne olduğunu ve nasıl uygulandığını da izah etmek zorunda kalacaksınız. Ve elbette ülkedeki tüm etnik unsurlara Anayasa marifetiyle “Türk’üm” dedirtildiğini de görmek zorunda kalacaksınız.
O yüzden…
Suriye’nin ne olacağına Suriyeliler karar versin, siz önce bir aynaya bakın ve kendinizle yüzleşin!