Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in laiklikle ilgili sözleri bir kesimi oldukça rahatsız etti.
Aslında Yusuf Tekin’in yaptığı şey sadece Kemalist zihniyetin yüzüne ayna tutmaktı; ama dayatmacı faşist zihniyetin sahipleri hem toplumu istediği kalıba sokmaya çalışıyor, hem de sanki “Tarihi ve yaşanmışlıkları boş verin, ben nasıl istiyorsam beni öyle görmek zorundasınız” demek istiyor.
Şunları dedi Bakan Tekin:
"Sizin anladığınız laiklik şu; 1940'lı yılları hatırlayın. Camilerin kapısına kilit vurmak, camileri ahıra çevirmek, vatandaşın Kur'an-ı Kerim öğrenmesini yasaklamak. Sizin laiklikten anladığınız şey bu. Siz bunları laikliğin gereği olarak yaptınız. O zaman sizin laiklikten anladığınız şey ile benim laiklikten anladığım şey aynı değil.”
Bakan Tekin “laiklikten ne anlıyor” bilmiyoruz; ama Türkiye’de İslam’a ait tüm değerlere düşmanlık yapan “laikçi faşist” bir kitlenin varlığını ve bunların kendilerine “Kemalist” dediğini biliyoruz.
Kur’an öğretimi için “ortaçağ zihniyeti” diyen CHP genel başkanının laiklikten anladığı ile 1940’ların İslam düşmanı faşist kafasının laiklikten anladığı arasında bir fark var mı?
Bu ülkede bir üniformalı çıkıp halkın iradesini yok sayarak “Cumhurbaşkanı olacak kişi sözde değil özde laik olacak” diyerek laikçi faşizmin en net örneklerinden birini verdiğinde CHP genel başkan yardımcısı “Genelkurmay'ın tespitleri bizim tespitlerimizden farklı değildir, altına imzamızı atarız” açıklamasında bulunmuştu.
Yani 1940’ların CHP kafası ile 2020’lerin CHP kafası arasındaki tek fark birinin iktidarda olması diğerinin olmamasıdır.
Bu ülke neredeyse 100 yıldır eğitimden sosyal hayata kadar tüm kurumların, laikçi dayatmacılığın tasallutunda olduğu bir süreci yaşıyor.
Bazı insanlar kendilerini korumak için büyük bir çaba harcıyor; ama toplumun büyük kısmı laikçi sistemin çarkları arasından geçiyor ve tümüyle dönüşmese bile birçok açıdan hastalık kapıyor.
Daha önce de bu konuya değinmiş ve şunları söylemiştik:
“Laikçiler eskiden dindar kimliği ile bilinen bazı kimselerin yolsuzluk ve iltimas gibi çürümüşlüklere yönelmesinin suçunu dinde ararken aslında asıl suçluyu gizleme telaşındalar.
“Dindar insan yanlış yapmaz, günah işlemez” diye bir iddiamız yok; ama bu memlekette okul okuyan herkesin “laik eğitimden geçtiğini” herhalde inkar edemezsiniz.”
Dünyada ekonomik kriz yaşanırken, imkanlarının çoğunu heykel ve büstlere veren başka bir ülke var mı?
Dünyada Kemalistlerden başka alkole neredeyse kutsallık atfeden başka bir kitle var mı?
Alev Alatlı “Viva la Muerte” (Yaşasın ölüm) adlı kitabında Türkiye’nin laiklik serüvenini ve “hal-i pür melalimizi” şöyle ifade eder:
“'Laiklik' söylemi, Türkiye insanının elinden vahiye dayalı ahlâk anlayışını aldı. Bundan böyle, rüşvet almayı, yalan söylemeyi, zulmü, 'Müslüman, Allah'ın yasakladığı ya da Peygamber öyle söylemediği için yapmamazlık etmeyecektik. 'Cehennem' bizi dizginleyen bir korku olmaktan çıktı. Gökyüzünde bir yerlerde cayır cayır yanan ateşe inanmıyorduk artık. Vahiye dayalı ahlâk sistemi gitti, ama yeri boş kaldı. Onun yerine akla dayalı bir ahlâk sistemi de konmadı. Sonuç, Batılıların nicedir, yakındıkları 'relativistik', görecelikçi, ahlâk sisteminin yerleşmesi oldu. 'Herkesin ahlâkının kendine göre' olduğu bu düzenlemede, haz veren şey 'iyi', haz vermeyen şey 'kötü'dür diye öğreten hedonist ahlâk yeşerdi.”