Filistinli bir gencin “Uluslararası Hukuk” kitabını yakarken çekilmiş görüntüleri ve isyan sözleri birçok kimsenin dikkatini çekti.
Gazze’ye yönelik gerçekleştirilen katliamlar, tahrip edilen yaşam alanları, defalarca bombalanan hastaneler, açlıktan ölen çocuklar, dünyanın harekete geçmesine sebep olmuyorsa evet, insani değerlerin artık önemsenmediğini söyleyebiliriz.
İslam dünyasında ise yoğun bir şekilde öne çıkarılan etnik temelli çıkarlar, mezhep eksenli hesaplar, tertemiz İslami mesajın arada kaybolmasına, bununla birlikte “insan merkezli aksiyonerliğin” sesinin kesilmesine neden oluyor.
Mezhepçi ve ulusalcıların sebep olduğu aşırılıklar ve bunların sonucunda oluşan günahların yükü “Ümmet eksenli” düşünen ve hareket eden Müslümanların sırtına yüklenmek isteniyor.
Oysa hem İslam dünyasında hem de Batı’da meydana gelen büyük savaş ve çatışmaların neredeyse tümü etnik, ideolojik ve mezhep eksenlidir.
Gazze’de yaşanan soykırımda da belirleyici etken, Yahudi fanatizminin etkisiyle çok daha vahşi bir şekle dönüşen modern siyonizmdir. Bu da damarları “iblis faşizmine” kadar uzanan ve tümüyle ırkçılığa dayanan ve modern halinin temeli Batı’da oluşturulan bir ideolojidir.
Meseleyi tam kavrayamayan “insanlar” söylemler arasında ya da eylemler arasındaki tutarsızlıklara isyan ediyor.
Yunanistan eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis, tepkisini yüksek sesle dile getirenlerden biri ve şunları söylüyor:
“İsrail'in Gazze'deki eylemlerini soykırım olarak nitelendirmeyi reddeden Almanya, Holokost'un arkasına saklanıyor. Avrupa, israil'in Gazze'deki soykırımına suç ortaklığı yapıyor. Suçluluk duygunuzdan arındığınızı hissetmeniz için kaç Filistinlinin öldürülmesi gerekiyor?”
Varoufakis, yaşanan dehşete isyan ediyor ve çelişkiye dikkat çekmek istiyor; ama eğer bu insani tavrında devam ederse kısa bir süre sonra aslında ortada bir çelişki olmadığını ve meselenin sadece Almanya ile de sınırlı olmadığını görecektir.
Çelişki yok!
Katil, katilliğini yapıyor ve Batı, Batı gibi değerlendirmede bulunuyor.
İşgalci Siyonist rejim, Şam’da İran elçiliğini bombalayarak hem diplomatik kuralları ve teamülleri hem de uluslararası hukuk kurallarını çiğnediğinde destekçileri olan Batı ülkelerinden ne bir kınama ne de bir uyarı aldı. Oysa her şey berrak bir şekilde ortadaydı. Ama İran, dozu ve şiddeti bir tarafa, işgalci terör rejimine uluslararası hukukun tanıdığı “angajman kuralları” gereği karşılık verdiğinde tehditler ve uyarılar havada uçuştu. Batının soykırımcı rejime, Gazze’de yaşananlara rağmen verdiği desteği eleştirenler bile “iki tarafa itidal” çağrısında bulundular.
Yaşanan süreç, tümüyle vazgeçmeden; ama çok da umut bağlamadan “Uluslararası Hukuk” müktesebatını tartışmaya açmayı, kavramları Siyonist tasallutundan kurtarmayı zaruri kılıyor. Liberal sapkınlıkların süslü ifadelerine sığınmak bize mazlumiyeti dünyaya gösterme imkanı tanımaz; aksine bizi insani değerlerin bir tarafa bırakıldığı bir kavramlar dünyasında insan gibi görünüp, insan gibi düşündüğünü sanma komedisine kadar götürür.
İlkeleri net olarak ortaya koymak gerekir.
Allah ve ahiretin esas alınmadığı hiçbir dünya, şeytanizmin manevra alanlarından uzak değildir.
Allah’ın verdiğine razı olmamaya dayanan Yahudi akidesi, zulmetmeyi kendinde bir hak olarak görmektedir, çünkü şeytan, onlara kendi ideolojisini kabul ettirerek zihinlerindeki insan tasavvurunu tümüyle değiştirmiştir.