Güney Afrika Cumhuriyeti hükümetinin işgalci terör rejimi hakkında UCM’de “soykırım” davası açması elbette önemli bir olaydır; ama dünyadaki mevcut güç dengelerini ve cari hukuku göz önüne aldığımızda kısa vadede “soykırımı engelleme” gibi bir işlev göreceğini maalesef söyleyemiyoruz.

Batının neredeyse tümünü kuşatmış durumda olan “Siyonist dünya görüşü”, nihayetinde paradigmaya aykırı bir durum ortaya çıkması durumunda, sistemi resetleme ve yeniden dizayn ederek başlatma seçeneğini her zaman yedekte tutuyor.

Bunlara rağmen bireysel ve toplumsal çıkışların sistemi zorladığı ve bunun sabırla devam ettirilmesi durumunda Batı’nın kurgulanmış Siyonist hafızasında kırılmalara neden olması mümkündür.

Bunun işaretleri de görülmektedir.

Mesela şöyle bir açıklamayı birkaç sene önce bu netlikte duymanız mümkün değildi.

Uluslararası Ceza Mahkemesine (UCM) resmi şikayette bulunan İngiliz milletvekili Claudia Webbe, birkaç gün önce yaşanan soykırım hakkında şunları söyledi:

“Gazze halkına, sivillere yönelik saldırı eylemlerine karışan kişilerin ceza mahkemeleri önüne çıkarılması, eylemleri ve kararları için hesap vermesi gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle, israil hükümetini, Netanyahu dahil kilit rollerdekileri ve tüm kabinesini bu cinayetlerde suç ortağı oldukları, cinayetleri yönlendirerek Gazze halkına zarar verilmesine neden oldukları için sorumlu tutuyorum.”

Elbette mesele sadece Gazze değil!

Elbette 75 yıllık işgal, ilhak ve soykırım suçları, Gazze özelinde Netanyahu ve terörist ortaklarına yüklenerek unutturulamaz.

Ama “bütün” söz konusu değilse “parça” üzerinden konuşmayalım demiyoruz. Parçadan bütüne her zaman bir yol bulunduğuna, yer zaman ve imkanların göz önünde bulundurulmasıyla parçadan bütüne gidilebileceğine inanıyoruz.

Açıkça dillendirilen yeni sürgünler, işlenen soykırım suçları, gıdaya erişimin en vahşi şekillerde engellenmesi ve bunların çok açık bir şekilde yapılması, suyun toplanması ve önüne kurulan güçlü bariyerleri zorlaması anlamına gelmektedir.

İnsanlığın en doğal haliyle sorgulandığı bir ortamda “insan kalmayı başaranların” ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Baraj ne kadar güçlü olursa olsun suyu ve şiddetini hesaba katmazsa ya yıkılacak ya da üzerinden taşacaktır.

İşlenen tüm suçların cezasız kalması için oluşturulmuş uluslararası sistemin, ele geçirilmiş küresel medyanın, aktif olarak kullanılan sinema ve sanatın, yönetimlerden daha güçlü olduğuna inanan ve bundan dolayı her yere ve herkese parmak sallayan bir Siyonist kafa vardır şu anda.

“Biraz yavaş ol!” diyen dostlarına bile ağız dolusu hakaretlerde bulunabilmektedir.

Sağlık ekiplerini alıkoyduğu, infaz ettiği, tıbbi cihazları kullanılamaz hale getirdiği hastaneleri bile defalarca bombalayan, yıkıntılara sığınan insanları bile vuran ve “yaptıkların bizi de zor duruma düşürüyor” diyen dostlarına rest çeken megaloman Siyonist kafa…

İşgal rejimi Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer, güçlerinin sonunda Gazze'nin güneyindeki Filistin'in Refah kentini işgal edeceğini ve HAMAS'ı yeneceğini iddia ederek, “ABD de dahil olmak üzere tüm dünya israil'e karşı olsa bile” bunu yapacaklarını söyledi.

“Tüm dünya karşı olsa bile” sözünün neye tekabül ettiğini anlamak zor değil.

İşgalci teröristler, aslında dünyada nereleri işgal ettiklerini bildikleri için hiç kimsenin kendileriyle ticareti kesemeyeceğini, hiçbir kurumun kendilerini yargılayamayacağını düşünüyorlar.

Ama “Aksa Tufanı” ile birlikte paradigma çatırdıyor ve Allah’ın izniyle yıkılacak olan baraj siyonizmin sonunu getirecektir.