Gazze’de yaşanan soykırım karşısında dünya büyük bir sınavla karşı karşıyadır.
Süreç önümüze üç grubu çıkarmaktadır: İnsanlar, insan olmayı başaranlar ve insan olmayı başaramayanlar…
İnsanlar, vahşetin resmine bakmadan önce yıllara yayılan işgalden, infazlardan, zindanlardan, sürgünlerden haberdardır ve sözlerini ona göre söyler.
İnsanlar Siyonizmin “klasik sömürgecilikten” farklı bir profil çizdiğinin farkındadır.
Evet, R. Shoenman’ın yaptığı sadece gerçeğin teyidinden başka bir şey değildir:
“Siyonizmi öteki sömürgeci hareketlerden ayıran, ülkeye gelip yerleşen göçmenlerle ülkesi işgal edilenler arasındaki ilişkidir. Siyonist hareketin açıkça ifade edilen hedefi, Filistin halkını sadece sömürmek değil, malından ve yurdundan edip dağıtmaktı. Hedef, yerli halkın yerine yeni gelenleri yerleştirmek, Filistinli çiftçileri, zanaatkârları ve şehirli halkı yerlerinden söküp yeni gelenlerden oluşan yepyeni bir işgücü yaratmaktı.”
Hiçbir değer tanımadan camilerin, kiliselerin, hastane ve okulların bombalanması, yasaklı silahların kullanılması, yaralıları taşıyan ambulansların hedef alınması, kirli medya bombardımanı ile karşı karşıya kalmasına rağmen birçok kadın ve erkeğin “insan olmayı” seçtiği ve kirli Siyonist algıları reddettiği bir dönem yaşıyoruz.
İnsan olmayı seçenler, işgale “imkânlar ölçüsünde” karşı çıkmanın asla “terörizm” olarak yaftalanamayacağını yüksek sesle dile getiriyorlar. İnsan olmayı seçenler, Ebu Ubeyde’yi dinlediklerinde kararlılığı, Gazze halkını dinlediğinde, inancı, tevekkülü ve direniş azmini gördüler. Siyonist çete sözcülerinin, siyonist medyanın, siyonist argümanları kukla gibi tekrarlayan batılı siyasetçilerin “öldürülen bebekler” yalanının çökmesinden sonra, “Müzik festivalinde siviller öldürüldü” yalanının da çöktüğünü, hatta katliamı yapanların Siyonist polisler olduğunu net olarak gördüler.
Bir de insan olmayı başaramayanlar oldu bu süreçte..
Milliyetçi kimliklerin arkasına gizlenerek soykırım ve vahşeti basitleştirmeye, normalleştirmeye çalışan kimliksiz kişilikler…
“Kimliksiz” diyoruz çünkü bir derinliği olsun olmasın hiçbir sahici kimlik bu kadar aleni bir rezalete imza atamaz.
Aslında konunun “ulusal çıkarlar” ile de bir alakası yoktur. Öyle olsa “ulusal değerler” ile Yahudi üstün ırk teorisinin, “Arz-ı Mev’ud” yayılmacılığının nasıl uzlaştırıldığını anlatmalarını isteriz.
İnsan olmayı başaramayanları kalbini hakikate kapatan inatçılar, ücretli katliam savunucuları ve kompleksli ahmaklar olarak da sınıflandırabiliriz.
Jean Paul Sartre, Fanon’un “Yeryüzünün lanetlileri” eserine yazdığı önsözde devşirilen tipleri çok güzel resmetmişti:
“Sömürgelerdeki hakikat çırılçıplaktı. Fakat sömürgeciler soruna at gözlüğü ile bakılmasını istiyorlardı. Avrupalı seçkinler, yerli ahaliden seçkinler yetiştirmek gibi bir strateji edindiler. Gençlerden yetenekli olanları seçerek, bunların alınlarını Batı kültürünün ilkeleri ile dağladılar. Ağızlarına deve hamuru misali büyük laflar soktular. Bunlar sömürgeci ülkelerde eğitildikten sonra bütünü ile değişmiş olarak anayurtlarına gönderildiler. Canlı yalan makinalarının kardeşlerine söyleyecek sözleri yankılardan ibaretti. Paris’ten, Londra’dan, Amsterdam’dan biz ‘Partenon! Kardeşlik!’ dedikçe, Afrika’nın ya da Asya’nın herhangi bir yerinde ‘…tenon …deşlik’ yankıları duyuluyordu. Bu bizim altın çağımızdı…”
Herhalde Sartre günümüzde yaşanan Gazze soykırımını görseydi tezlerinde bir değişikliğe gitmek isterdi.
Öyle ya bu insan olmayı başaramayanlar, yaşanan katliam ve soykırım karşısında “ağızlarına büyük laflar” alarak Paris’in, Londra’nın, Amsterdam’ın sesine yankı olsaydılar, vicdan kırıntıları ile de karşılaşabilirlerdi.
Günümüzde Paris’in, Londra’nın, Amsterdam’ın, Madrid’in meydanlarında “İnsan olmayı başaranlar”ın sesleri yükseliyor.
İnsan olmayı başaranlar, işgale direnişin bir “hak” olduğunu yüksek sesle dile getiriyorlar.
Siyonizmin insanlığın başına gelmiş en büyük felaket olduğu yavaş yavaş anlaşılıyor.