Hahamlardan sonra doktorlar da ortak bildiriye imza atıp Gazze’deki hastanelerin bombalanmasını istemişler.

Le Pen de soykırımcı siyonist terör çetesine destek vermiş. Şaşırdık mı? Hayır!

Dikkatinizi çekiyorsa tüm ulusalcı-faşist hareketler siyonist teröre destek veriyor. İnsanlık dışı vahşete rağmen, yaşanan soykırıma rağmen..

Bu da ulusalcı-faşist hareketlerin tarlasının uzun zaman öncesinden siyonistler tarafından ekildiğini gösteriyor.

Aslında insani değerler açısından bu “zavallı” durum, batı kaynaklı tüm ideoloji ve dünya görüşleri için de geçerlidir.

Başlangıçta belki de “soykırım endüstrisi”nin oluşturduğu dramatik ortamdan etkilendi birçok kimse.

“Soykırım Endüstrisi: Yahudi acılarının istismarı” isimli eseriyle konunun detaylı bir tahlilini yapıyor Norman Fingelstein.

Ön kabuller üzerinden oluşturulan ve en küçük farklı görüşe tahammülün olmadığı komple bir fikirdir “Yahudi soykırımı” tezi.

Soykırım “benzersiz kötülük” olarak tarif edilir. Tabi bu arada başka katliam ve soykırımların bu alana yaklaşması özenle önlenir.

Yahudi yazar Boas Evron, çok net bir tarifte bulunuyor: “Soykırım bilinci, aslında resmi ve propaganda amaçlı bir endoktrinasyon, bir dizi sloganın dile getirilmesi ve yanlış bir dünya görüşüdür. Gerçek amacı da kesinlikle geçmişin anlaşılması değil, bugünün manipülasyonudur.”

“Soykırımın benzersizliği iddiaları entelektüel bakımdan sonuçsuz, ahlaki bakımdan da utanç verici olmalarına rağmen varlıklarını sürdürmektedir. Niçin? Öncelikle benzersiz bir acı çekmiş olmak benzersiz bir haklılık kazandırır. Jacop Neusner’e göre soykırımın benzersiz kötülüğü Yahudileri diğerlerinden ayırmakla kalmaz, Yahudilerin diğerleri üzerinde hak iddia etmesine de olanak tanır. Edward Alexander’a göre soykırımın benzersizliği ‘ahlaki sermaye’dir. Yahudiler bu “değerli mülk” üzerinde egemenlik iddiasında bulunmalıdırlar.”

Fingelstein’e göre soykırım ve üstün Yahudi ırkı kabulleri yan yana getirilerek “Bütün dünyanın Yahudilerin katledilmesine ses çıkarmadıkları için suçlu olduğu” tezi oluşturuldu ve buradan yola çıkılarak Yahudiler “kendilerini korumak için” her türlü saldırganlık ve işkence gibi haklara sahip kabul edildi. Yahudilerin “nükleer silah edinmesi” bile soykırım ile bağlantılı olarak izah edildi ve herkes bunu kabul etmek zorunda kaldı. Bu arada dünyada işkencenin “yasal olarak” yapıldığı tek yerdir Siyonist israil.

Soykırım evet, büyük bir kötülüktür; ama bu kötülüğün tek muhatabı ve mağduru Yahudiler değildir.

Tarihin birçok döneminde büyük soykırımlar yaşanmıştır. Haçlıların ve Moğolların gerçekleştirdiği katliamların birçok yerde soykırım noktasına geldiği bilinmektedir. Hatta 2. Dünya savaşında rakamlara bakıldığında Çingeneler, Polonyalılar ve Ruslardan milyonlarca insan katledilmiştir. Stalin döneminde Müslümanlara yönelik gerçekleştirilen katliamlarda Yahudi soykırımına göre kat kat fazla sayıda insan hayatını kaybetmiştir. Ama tüm bu yaşananlar gözlerden uzak tutulmakta ve paradigma Yahudi tezleri üzerinden oluşturulmaktadır.

“Soykırım endüstrisi” Yahudilere mutlak bir suçsuzluk kazandırmaktadır. Yahudi devletinde iktidara gelen partilerin dünya görüşü ne olursa olsun yaptıkları her şey bir koruma zırhı altındadır. Gazze’de yaşanan insanlık dışı soykırım karşısında seslerini yükseltenlerin “Antisemitizm” suçlaması ile karşı karşıya kaldıklarında şaşırmaları, soykırım endüstrisinin oluşturduğu batı paradigmasını halen tam olarak anlayamamış olmalarındandır. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, "Almanya'da Yahudilere saldıran herkes, hepimize saldırıyor demektir" derken tam da bu paradigmanın sonuçlarını izah etmektedir.

Biden’in “Aksa Tufanı” için “Holokosttan beri yaşanan en büyük saldırı” demesi, ardından Avrupa’nın büyük ülkelerinin tümünün yöneticilerinin Tel Aviv’i ziyaret etmesi, ardından camilerin, kiliselerin, hastane ve okulların hedef gözetilerek vurulması karşısında bile “ateşkes çağrısının yapılmaması”, özellikle ulusalcı-faşist kesimlerin olanca güçleriyle yalanların üzerinde tepinmesi ve katliamcı katilleri aklamaya çalışması “Soykırım endüstrisinin” başarısını göstermektedir.

Ama “Soykırım endüstrisinden” faydalanan, gölgesinde kalarak kariyer planlamaları yapan kesimlerin hesaba katmadığı şey tüm manipülasyon ve enformatik tazyiklere rağmen insanlığın vicdanının devreye girmesidir. Silah gücü, medya gücü, küresel sermaye ve sinema gücü ile oluşturulan endüstrinin çatırdama sesleri gelmektedir. İnsan vicdanı, soykırım mağduriyetine dayanıp soykırım gerçekleştiren insan kılıklı vahşileri tanımakta ve antisemitizm ile antisiyonizmin aynı şey olmadığını haykırmaktadır.

Aksa Tufanı, Allah’ın izniyle “Soykırım Endüstrisini” de çökertecektir.