Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşta başlangıçta güç dengesizliği bariz bir şekilde ortadaydı. Nitekim Rusya büyük konvansiyonel gücü ile birkaç farklı cephe açarak Ukrayna sınırlarını geçti ve hızla ilerledi.
Ukrayna’nın bunun karşısında elindeki tüm imkanları kullanarak direnmesi, Rusya’nın belirlediği şartlarda bir barışa razı olması ya da teslim olması beklenirdi. Başta Amerika ve İngiltere olmak üzere Avrupa ülkelerinin her türlü desteği vereceklerine dair vaatleri elbette Ukrayna için motivasyona sebep oldu; ama Ukraynalıları heyecanlandıran, Rusları ise dehşete düşüren, SiHA’ların kısa sürede Rus konvansiyonel gücünü neredeyse işlevsiz kılmasıydı.
Batı’nın önce kısıtlı ve gizli kapaklı yardımları bir süre sonra yaygın ve aleni hale geldi.
Amerika ve dostları, Rusya’nın “Şu silahları verirseniz savaş sebebi olur” yönündeki ikazlarının, hatta “Nükleer silah kullanabiliriz” yönündeki tehditlerinin bir şey ifade etmediğini gördüler ve Ukrayna’yı beklentilerinin üstünde silahlara kavuşturdular. Öyle ki, yazın başı ile beraber Ukrayna ordusu büyük bir karşı taarruza geçti.
Rusya realiteye çabuk adapte oldu ve alanda önlem almaya başladı. Amerika ve neredeyse tüm Avrupa ile savaştığının farkında Putin.
Batı’nın askeri uzmanlarının planlamalarıyla, Batıdan her türlü ağır silah ile -ki, en son bu silahlara seyreltilmiş uranyumdan yapılmış olanlar da eklendi- karşı saldırıya geçti Ukrayna.
Ukrayna’ya göre amaç işgal edilmiş toprakları kurtarmak idi; ama Batı’da farklı bir plan işliyordu.
Soğuk savaş sonrası, Sovyetler’in çöküşüyle birlikte Amerikan öncülüğündeki Batı, “Tek kutuplu dünya” paradigmasını uzun süre işledi ve neredeyse herkese kabul ettirdi.
Putin ile beraber Rusya buna karşı çıktı.
Putin önce iç muhalefeti tasfiye etti, ardından da BDT adında bir oluşumla, Sovyetlerden ayrılan birçok ülkeyi “Rusya şemsiyesinde” tutmayı başardı. Nükleer silahları, sürekli gelişen bir füze teknolojisine sahip olması ve özellikle Avrupa’yı çok korkutan büyük konvansiyonel gücü ile Rusya, yeniden “İki kutuplu dünya” mesajları vermeye başladı.
Batı’da birçok stratejist daha çok Çin üzerinde durduysa da politik hamleleri ve Batıya muhalif olan ülkelerle olan ilişkilerinden dolayı Rusya, yeniden bir tehlike olarak gösterilmeye başlandı.
Amerika’nın istediği gibi at koşturduğu Ortadoğu, Uzak Asya ve Afrika’da Rusya’nın ismi daha fazla gündeme geldi.
Suriye’de Amerikan hesapları, Rusya ve Türkiye’nin hamleleri ile birkaç kez değişti. Amerika sonunda PKK ile iş yürütme noktasına geldi; ama Amerika’nın tüm uyarılarına ve “aba altında sopa gösterme” olarak açıklanacak açıklamalarına rağmen, tüm birimleri ile PKK, Türkiye’nin hedefinde oldu.
Afrika’da Fransa karşıtı yönetimlerin neredeyse tümü Rusya ile fotoğraf vermeye özen gösterdi.
Çin ile iyi ilişkileri olan İmran Han’ın devrilmesi sonrası Pakistan yönetiminin eskisi gibi Amerikan güdümüne girmesi Hindistan’ı rahatsız etti. BRICS’in daha fonksiyoner olması için atılan adımlar, ortak para birimi ve doların hakimiyetini bitirme yönünde yapılan irade beyanları, şimdilik küresel sistemi sarsacak boyutta değil; ama rahatsız olmadıklarını söylemek de hiç doğru değil.
Türkiye, Rusya’dan S-400 savunma sistemleri aldı ve bundan dolayı CAATSA yaptırımları kapsamında F-35 projesinden çıkarıldı. Birçok firması yaptırım kapsamına alındı ve parası ödenmiş savaş uçaklarını alamadı.
Ama Hindistan S-400 sistemlerini aldı ve CAATSA’dan muaf oldu. Hatta Suudi Arabistan da S-400 konusunda Rusya ile anlaştı.
Moskova’da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile bir araya gelen Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi, “Rusya ile çok kutuplu bir dünya oluşumuna katkıya hazırız” açıklamasını yaptı.
Çok kutuplu bir dünyada Amerika karşısında Çin ya da Hindistan’ın bir varlık ortaya koyması mümkün değil. Rusya’nın bu konuda öne çıktığını görüyor Amerika ve Ukrayna üzerinden Rusya’yı yapabileceği kadar zayıflatmaya çalışıyor.