Suriye iç savaşı başladığında çok sayıda grup ve örgütün varlığı söz konusuydu.

Kimi gruplar savaş ortamının ağırlığına dayanamayıp dağıldı, kimi gruplar birleşmelerle ayakta kalmaya çalıştı, kimileri de DEAŞ ve Suriye rejiminin saldırılarıyla işlevsiz hale geldi.

PKK’nin Suriye yapılanması olan PYD öyle sanıldığı gibi alandaki en güçlü grup değildi. Suriye istihbaratı ile olan güçlü ilişkileri, devam eden çözüm sürecinden dolayı Türkiye’den yana bir endişe taşımamaları, çok hızlı bir şekilde silahlı yapılanmaya dönüşmeleri etki alanlarının artmasına neden oldu.

O dönemde Amerika’nın iki önemli önceliği vardı. Suriye asıllı İslami grupların tasfiyesi ve “eğit-donat” projesiyle alanda askeri bir güç oluşturma çabası…

Amerika bu ikisinde de başarısız oldu.

İslami gruplar, DEAŞ ve Suriye rejimi güçlerinin yer yer koordineli çalışmalarıyla tasfiye edildi. Amerika’nın “eğit-donat” kapsamında silahlandırdığı grupların kısa sürede yağma ve gasp yoluyla kazanç elde etmekten başka bir iş yapmadığı, ilk ciddi çatışmada darmadağın oldukları görüldü.

Amerika, çözüm sürecinin getirdiği ortamdan da faydalanarak PKK ile doğrudan temasa geçti ve yeni adımlar atmaya başladı.

PKK-PYD isimleri yerine SDG ismi kullanılarak içinde Arapların da olacağı bir askeri yapı oluşturuldu.

DSG’nin başına “Mazlum Kobani” adını kullanan Ferhat Abdi Şahin getirildi.

Amerika sürekli DSG’den “DEAŞ ile mücadelede müttefik” diye söz etti. Kimi Amerikalı komutanlar açıkça bölgede çok sayıda Amerikan askeri bulundurmanın hem ekonomik olarak çok maliyetli olduğunu hem de asker kaybının Amerikan kamuoyuna izah edilmesinin zor olduğunu söylediler.

DSG Amerika’nın “kara gücü” olarak bölgede bulunmaya devam etti.

Suriye ordusundan ya da İran milislerinden bir hareket ortaya çıktığında Amerika hava gücünü kullanarak DSG’yi koruma altına aldı.

Türkiye’nin Amerika’ya yönelik eleştirileri ilkin “neden kendisi ile değil de bir örgüt ile” beraber hareket ettiği içindi. Amerika’nın “terör örgütü ile beraber hareket ettiği” eleştirileri ise çözüm sürecinin bitiminden sonra başladı.

Öyle ya DEAŞ, Kobani’deki PKK varlığına yönelik saldırılar gerçekleştirilirken, PKK’nin yaralıları Türkiye’deki hastanelerde tedavi edildi. Hatta Kobani’ye yani PKK’ye silah sevkiyatı yapılması için Türkiye, Irak ve Suriye sınırını bir süreliğine açtı.

Türkiye bir süredir Irak ve Suriye’nin farklı yerlerinde PKK’ye karşı oldukça başarılı operasyonlar yapıyor. Amerika’nın bölgedeki varlığı dikkate alınıyor ve zarar görmemesi için özen gösteriliyor elbette; ama PKK’nin önemli isimlerinin öldürülmesi Amerika’yı ciddi biçimde rahatsız ediyor.

Amerika, Türkiye’nin saldırılarının dolaylı olarak DEAŞ’ın yeniden güç kazanmasına neden olduğunu iddia ediyor.

Ve ilginç biçimde tam da bu sıralarda DEAŞ’ın üstlendiği saldırılar gerçekleştiriliyor.

Amerikan yönetimi de bunu delil olarak gösterip SDG ile olan ittifakın önemine vurgu yapıyor. SDG içerinde tüm kontrolün PKK’ye geçmesi için adımlar atılıyor.

Aşiretlerle PKK arasındaki çatışmanın asıl sebebi de aslında budur. PKK, her zaman yaptığı gibi tasfiyelerle tek güç olma yolunda adımlar attı. Kürt gruplarına karşı yaptığı gibi infaz, alıkoyma, ortadan kaybetme gibi yollara başvurmaya çalıştı; ama Arap aşiretler buna karşı çıktı.

Amerika’nın desteği ile aşiretler sindirilecek ve PKK gücünü pekiştirecek gibi görünüyor.

Amerikan Savunma Bakanlığı sözcüsü, konu hakkında Amerika’nın duruşunu teyit eden bir açıklama yaptı:

"SDG ile bölgesel ve uluslararası ortaklarla beraber; DEAŞ'ı mağlup etme görevinde çalışmaya devam edeceğiz."

Arada ne yaşandı, ne vaatler verildi, bilemiyoruz; ama PKK çevreleri “Amerika bize statü verecek” demeye başladılar.

Ama bir şey unutuyorlar.

Erdoğan’ın seçilmesiyle sarsılan hayallerin Biden’in seçilmemesiyle kâbusa dönüşme ihtimali de var.

Afganistan’dan yola çıkarak Amerika’nın dostlarını her an satabileceği gerçeğini göz ardı etmemek gerekir.