Olayların başlaması medyaya şu şekilde yansıdı.

DSG adını kullanan PKK silahlı güçleri Haseke’de görüşmeye çağırdığı Deyrezor Askeri Meclisi Komutanı Ahmed Ebu Hewla'yı (Ahmed El Xebil) tutukladığını açıkladı.

Deyrezor’daki Arap aşiretlerinden bir kısmı Hewla'nın tutuklanmasına karşı çıkarak DSG ile çatışmaya başladı.

Amerika’nın PKK’nin öncülüğünde DSG adıyla oluşturduğu yapılanmanın kontrolü altındaki 24 köy ve kasabanın çok kısa bir sürede aşiretlerin kontrolüne geçtiği haberleri yayıldı. Çok sayıda PKK mensubu aşiretler tarafından esir alındı.

PKK’nin daha önce kendisine muhalif olan Kürt hareketlerinin öncü isimlerini de alıkoyduğu, tehditlerle parti ve yapıları işlevsiz hale getirmeye çalıştığı, bunun için infaz, alıkoyma ve işkence yöntemlerine başvurduğu biliniyor.

Hatta muhalif parti ve grupları çatısı altında bulunduran ENKS adına Halid Ali, birkaç yıl önce açıklama yapmıştı. PKK’nin Suriye rejiminin yönlendirmesiyle kendilerine saldırdığını belirten Ali şunları söylemişti: "PKK Suriye rejiminin yönlendirmesiyle bize saldırıyor. Suriye Kürdistan'ında Kürt siyasetçilere ilk terör saldırısı PKK tarafından yapıldı ve bu terör saldırıları hâlâ devam ediyor. PKK Kurdî bir hareket değildir. PKK’nin Suriye Kürdistan’ında yaptıklarını ne Beşar Esed ne de babası yaptı."

Hatta Kürt siyasi yorumcu Menal Hesko, Rojava’da PKK’ye bağlı silahlı grupların katlettiği Kürt siyasetçilerin listesini açıklayınca birçok kimse şoka uğramıştı.

Menal Hasko, başta Meşal Temo olmak üzere PKK tarafından infaz edilen 53 Kürt siyasetçinin ismini açıklamıştı.

Amerika’nın da silah ve istihbarat desteğini arkasına alan PKK güçleri, bir süredir DSG çatısı altında tam olarak boyun eğdiremedikleri Arap aşiret liderlerini de tasfiye etmeye başladılar.

Haseke’de yapılan ve Deyrezor’un kaynamasına neden olan tutuklama ise PKK’nin “güç zehirlenmesi” yaşadığının bir göstergesidir. Güç dengelerini hesaba katmamanın ileride çok daha büyük sıkıntılara sebep olduğu ortaya çıktı; ama PKK yine suçu başka yerlere atarak yaptıklarını görmezden gelmeye devam ediyor.

PKK’ye başkaldıran aşiret, bölgedeki tüm Arapları temsil etmiyor ve bu da PKK’nin elini kuvvetlendiriyor.

PKK yöneticileri, Arap aşiretlerini Suriye rejimi ve İran’ın kışkırttığını iddia etti ilkin. Ardından buna Türkiye’yi de eklediler. Arap aşiretlerinin DEAŞ ile ilişkilerinin olduğu iddiası da bir süredir dillendiriliyor. Hatta PKK, alıkoyduğu Ahmet Ebu Hewla için “uyuşturucu işi yapıyordu” suçlamasında bile bulundu.

Çok sayıda çelişik iddia herhalde ancak PKK gibi bir yapı tarafından ortaya atılabilirdi.

Daha önceden HÜDA PAR ve İslami dernekleri hedef olarak gösterdiklerinde de DEAŞ iftirasına başvurmuşlar, çete ve çapulcuları sokağa salmışlar, büyük bir tahribata ve çok sayıda kişinin ölümüne neden olmuşlardı.

PKK’nin ve ona yakın medyanın olayların İran, Suriye rejimi ve Türkiye tarafından çıkarıldığını söylemesi kafa karışıklığı değil alanda yaşananları örtme çabasından başka bir şey değildi.

İdlip merkezli HTŞ’nin tam da bu sıralarda Halep kırsalında Suriye rejim hatlarına yönelik saldırılar gerçekleştirmesinin izahını da yapabilir mi PKK analistleri? Öyle ya onlara göre sadece SMO değil, HTŞ de Türkiye ile beraber hareket ediyor. Hatta son zamanlarda Deyrezor kırsalında arada bir PKK ve Suriye rejim güçlerine saldırılar düzenleyerek kayıplar verdiren DEAŞ için de benzer suçlamalarda bulunuyor.

İşin aslı uzun süredir DEAŞ’tan bir hamle gelmiyor ve bu da Amerika’nın bölgedeki varlığını tartışılır hale getiriyordu.

DEAŞ eylemleri başladı ve bunu bahane eden Amerika, “kara gücü” olarak kullandığı SDG-PKK’yi ağır silahlarla donattı.

Ukrayna savaşında Rusya’yı test ettiğini düşünen Amerika, Lübnan-Suriye-Irak hattında yeni bir şeyler deniyor.

Ve Amerika burada DSG, PKK ya da adı her neyse “kara gücü” olarak kullandığı yapılanmaya önemli bir rol yüklemiş durumda.

PKK de bu rolün farkında ve onun havasıyla hareket ediyor.