İşgal altındaki topraklarda belki de 1948’den beri ilk defa işgalciler arasında bu kadar keskin bir kırılma yaşanıyor.
Uzun süre kesintisiz biçimde devam eden, bir süredir aralıklarla varlığını hissettiren Netanyahu hükümetini protesto gösterileri işgalci hedefleri açsından varoluşsal bir noktaya gelmek üzere.

Söylediklerimi abartılı bulabilirsiniz; ama özellikle yargı ve güvenlik bürokrasisinde yapılan kimi açıklamalar kırılmanın boyutlarını göstermesi açısından önemlidir.

İşgal ordusunun emekli generallerinden Amiram Levin, Netanyahu için "Geçmişteki başarılarına karşın, bence çok uzun süredir iktidarda. Onun hakkında endişeleniyorum. Dövülmüş bir köpek gibi görevini bırakacak. Tarihin çöplüğüne atılacak" ifadelerini kullandı.
İşçi sendikalarının sert tepkileri, pilotların uçmayı reddetmesi, Mossad’ın protestoculara destek olduğuna dair Amerikan iddiaları durumun ne kadar kritik olduğunu bir nebze gösterir herhalde.

Yedek askerler, artık dönmeyeceklerini ve emirleri dinlemeyeceklerini açıkladılar ve bu konuda imza atanların sayısının 10 bini geçtiği bildirildi.

Öyle ki Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi, "Güçlü ve birleşik bir ordumuz yoksa, en iyi şekilde hizmet etmezse, artık bu bölgede bir ülke olarak var olamayacağız" dedi.
Aslında meselenin sadece “Yargı reformu” ile alakalı olmadığı, geçen senelerde işgal meclisi Knesset’te kabul edilen “Yahudi ulus devlet yasası”nın ülkeyi tam bir ırkçı faşist “Aparteid” rejimine dönüştürdüğü konusu birçok yerde dile getiriliyor.

Solun iyice zayıflayıp aşırı sağcı fanatiklerin birçok isim altında partileşmeleri ve daha önce Kahane gibi ırkçı faşistlerin dile getirdiği görüşlerin mecliste büyük taraftar kitlesi bulması özellikle diasporada yaşayan ve “imha edilme korkusu”nu tekrar hissetmeye başlayan Yahudiler açısından büyük kaygı sebebi oldu.

Amerikan Yahudi Komitesi, kaygılarını net olarak ortaya koydu. Yasanın kabul edilmesinden duyduğu derin hayal kırıklığını" dile getirdi diaspora. Örgütten yapılan açıklamaya göre, sokağa çıkan yüz binlerce insanın kanıtladığı gibi bu durumun “İsrail toplumundaki bölünmeleri derinleştirdiği” belirtildi. Açıklamada, ”Uzlaşma aramak yerine yargı reformu konusunda ilerlemeye devam eden çaba, Yahudi anavatanına yönelik tehditlerin arttığı bir dönemde İsrail Savunma Kuvvetleri içinde anlaşmazlık yarattı ve İsrail ile Diaspora Yahudileri arasındaki hayati ilişkiyi gerdi" denildi.

Trump’ın zorlamaları ile yürütülen “Normalleşme” kapsamında körfezde oluşan hava, hiçbir zaman Müslüman mahallelerde hissedilmedi. Aksine “normalleşme” faaliyetleri işgali meşrulaştırma ve ihanet olarak algılandı.
Ben Gvir, birçok Avrupa ülkesinde “cüzzamlı muamelesi” ile karşılaştı.
Protestoların sonlanması için “güvenlik kaygısı”nın devreye girmesi gerekiyordu ve Netanyahu bu yola başvurdu.

Batı Yaka’da Filistin kentleri peş peşe saldırılara uğradı.
Cenin kenti ve mülteci kampı savaş uçakları ile bombalandı.
Mescid-i Aksa yüzlerce kez kudurgan faşistlerin taciz ve saldırılarına muhatap oldu.
Ramallah’ın kukla hükümetine “daha aktif olması” talimatı verildi.
Ama sanki “güvenlik kaygısı” öne sürülerek yapılan bu vahşi saldırılar ve işlenen cinayetler karşısında hükümeti protesto edenler yeterince ikna olmadı.
Sokaklar yeniden hareketlenmeye başladı.
Bugünlerde Lübnan ya da Gazze’ye yönelik şiddetli bir saldırının yapılabileceği konuşuluyor.
Ama sokaktan yükselen sesler tüm bu yapılanlar ve planlamaların içeriyi sakinleştiremeyeceğini gösteriyor.
Netanyahu, kalbi çalışmaya devam etsin diye pil taktırdı; ama işgalci rejim ömrünü uzatmak için nasıl bir pil kullanacak belli değil.